17 Ağustos 2009 Pazartesi

Teşekkürler Maydanoz!...:)))

Maydanoz Blog Topluluğu, bloglarında benim kişisel bloğumu da tanıtıma layık görmüşler. İnsanın hiç beklemediği bir anda ansızın aldığı sevindirici bir haberler olur ya, işte bu tür olaylarda beni bu derece mutlu ediyor ve şaşkınlıkla birlikte mutluluğu da beraberinde yaşıyorum. Yaptığımız, emek verdiğimiz işlerimizin gerçekten beğenilmesi kadar mutluluk verici birşey olamaz. Çünkü beni az çok tanıdıysanız eğer, benim bloğum tamamen paylaşmak amaçlı. Pek günlük gibi değil. Çünkü günlük tutmaya kesinlikle vaktim olmuyor. Hem tam gün çalışan bir bayanım, hem de iki çocuk annesiyim. O nedenle haftanın bir veya iki gününü bloğuma, o da gece geç saatlerde ayırabiliyorum. Ama inanın paylaşmayı seviyorum. Paylaşırken de paylaştığım konu da gerçekten sizlere birşeyler verebilmeyi istiyorum. O nedenle hobi çalışmalarımda bile yaptıklarımı detaylarına kadar anlatmaya çalışıyorum ki, yapmak isteyen arkadaşlar olursa yararlansınlar yazdıklarımdan diye. Bu arada Maydanoz Blog Topluluğunun bloğuma tanıtım için yer verdiklerinden bahsettim ama teşekkür etmeyi unutmuşum. Kendilerini çok yeni tanıdım. Ayrıca blog adresleri cimcime.blogspot.com olması ve bloxoo'daki kullanıcı adları Saba olmasından dolayı kendilerini bayan sanıyordum. Fakat az önce tesadüfen profillerinden bay olduklarını öğrenmiş bulunuyorum. Bu yanlış algılamadan dolayı da özür diliyorum kendilerinden. Ben sözü fazla uzatmadan tekrar tekrar çok teşekkür ediyorum ve başarılar, esenlikler diliyorum; sizlerle birlikte bütün blog dostlarıma. Sevgiyle ve sağlıkla kalınız!...

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Otantik Kolyemi Daha Yakından Görmek İster misiniz?

Bir önceki postumda bahsetmiş olduğum kolyeyi sevgili çocukla çocuk blog arkadaşlarım daha yakından görmek istemişlerdi. Bende yakın çekim resimleri ile birlikte, yapımında kullandığım malzemeleri de göstermek istedim. Malzemeleri sıralarken takı yapımına yabancı olan arkadaşlarımın özellikle çivilerden bahsettiğimde farklı düşünebilir olabileceklerini de göz önüne alarak daha aydınlatıcı bilgi vermek istedim. Öncelikle çivilerimiz takı yapımında kullanılan özel çivilerdir. Bakır rengi, gümüşi ve altın renkleri mevcuttur. Ben herkesin kendi tarzlarında kullanabilecekleri takılarını yapmasını isterim açıkcası. İnsanın kendi yaptığı şeyi kullanması kadar güzel birşey yok.
Kendi yapmış olduğum takılarımı ne zaman takıp çıksam, mutlaka birilerinin dikkatini çeker ve nereden aldığımı sorarlar. Tabii ki bende gururla kendim yaptım derim ve inanılmaz derece de şaşırırlar.İşte bu nedenle herkesin kendi el emeğiyle yaptığı daha güzel diye düşünüyorum. Yukarıdakiler de kolyemde kullandığım bazı malzemeler. Kolyemin kırık taşlarından kalmamış. Bende aynı modelin kırmızısından bir arkadaşım için yapmış olduğum boncuklardan fazla kalanlardan birkaç tane koydum. Bu kolyemde, pensemiz, boncuklarımız ve çivilerimiz olmazsa olmazlarımız. Son derece keyifli bir hobidir. Herkese tavsiye ediyorum. Bugünlük benden bu kadar.Herkese sağlıklı, huzurlu, sevgi dolu bir hafta sonu diliyorum...

11 Ağustos 2009 Salı

Otantiğim...

Son zamanlarda takılarıma ağırlık verdiğimin farkındayım.Ama bu yaptığım çalışmalarımı da sizlerle paylaşmak istiyorum.Bu kolyemde minik kızım doğmadan önce yapmış olduğum, gece uykusuz kaldığım çalışmalarımdan biridir.Kolyemi çok beğeniyorum beğenmesine de dışarıda takmaya cesaret edemiyorum.Hem otantik, hem de gösterişli. İşte bu yüzden kullanamıyorum. Fazla göze batan şeyleri üzerimde taşıyamıyorum.Çok huzursuz oluyorum. Ben genelde sadelikten ve spor tarzlardan hoşlanırım. Ama gösterişli, otantik takılardan hoşlananların beğeneceğini düşünüyorum.

Şimdi de yapılışına değinmek istiyorum.
Malzemelerim; kırık boncuklar (deniyordu galiba), iri kum boncuklar, çiviler, zincir,penseler,klips.
Boyun kısmına, iki zincir arasına,çivilere kum boncuklar geçirip, tasma şekli oluşturdum.Ayy! şimdi bunu nasıl anlatacağımı beceremedim. Ama her işlemde boncukları çivilere dizdim ve iki taraflı pense ile çivi uçlarında halkalar oluşturup,sayı ile boylarını uzattım.Üçgen havası versin diye.Bu işlemi ölçü ve sayı ile yapıyorum ki, orantılı dursun.Çivilere de bir kum boncuk,bir kırık boncuk, tekrar bir kum boncuk şeklinde diziyorum.Umarım anlatabilmişimdir.Aslında karşılıklı daha iyi anlatırdım herhalde, hem de uygulamalı olarak.İnşaallah tarifim aydınlatıcı olmuştur.Yine de takıldığınız yer olursa izah edebilirim.Sevgiyle ve sağlıkla kalınız!..

7 Ağustos 2009 Cuma

"Araf" a Dair...

Romanın konusu, İstanbul'dan Amerika'nın Boston Şehrine doktora yapmak için giden Ömer'in başka bir ülkede yabancı bir kimlik olarak içine düştükleri karmaşık duygu, düşünce ve ruh hallerini yansıtıyor. Ömer'le aynı kaderi ev arkadaşları Fas'lı Abed ve ispanyol Piyu ve onların etrafındaki diğer karakterler de yaşıyorlar.

Karmaşık duygu, düşünce ve ruh hallerinin yansıtıldığı romanda her biri ayrı kültürlerden, ayrı dinlerden, ayrı ırklardan olmalarına rağmen kendi ülkelerinin dışındaki bir toplumda ve kültürde içine düştükleri karmaşık duygu,düşünce ve ruh hallerinde benzeşiyorlar. Bu zaman zaman birbirlerine yakınlaşmalarına vesile olsa da, zamanla herkes kendi içindeki boşluğa düşüyor.

Sayın Elif ŞAFAK, bireylerin kendi ülkeleri dışında yabancı bir ülkede düştükleri bu karmaşık ruh hallerini birçok karakter üzerinden, her birini de farklı depresif durumla mükemmel bir şekilde yansıtmış. Her birinin karakter özelliklerine, hayat hikayelerine ve trajedilerine ayrı ayrı hikayenin bütünü içinde değinmesi romanı gerçekten başarılı kılıyor. AŞK'tan daha çok etkilendim. Ancak okunulası bir kitap Araf'ta. Konu itibari ile ilgisini çeken arkadaşlarımın okumalarını tavsiye ediyorum kitabı...


1 Ağustos 2009 Cumartesi

Kristal Çiçeğim Benim...:))

Yukarıdaki kutuda bulunan takıların büyük bir bölümü minik kızım doğmadan önce yapmış olduğum takılardı.Yapması çok keyif veriyor.Hepsini kendim tasarlamıştım.Bazıları da gerçekten zahmetliydiler.Özellikle kum boncuklarla yapmış olduğum takılarım beni bir hayli uğraştırmıştır.Bu takılarımın yapımından arta kalan malzemeleride fırsat buldukça değerlendirmeye çalışıyorum.Burada onlardan da bahsetmiştim. Fırsat buldukça bu takılarımın yapımından da bahsedeceğim.
Sol taraftaki resimde de kristal boncuklarla yapmış olduğum kolye mevcut.Bu kolyemi de yapalı üç yıldan fazla oldu. Kullandığım malzemeler hayalet tel, bitler, kalpli kristal pembe boncuk,pembe köşe kristaller,lila köşe kristaller,misina ve yüzük süzgeci.Bu çiçek motifini yüzük süzgecinin üzerine işledim ve dolayısı ile silikon yardımı ile yüzük aparatının üzerine de yapıştırılıp yüzük olarak kullanılabilir.Hayalet tel de özellikle belirli mesafeden farkedilmediği için sadece boncuklar göz önünde olduğundan dekoltenize sadece boncuklar serpiştirilmiş havası da veriyor.

Bu aralar pek uğrayamıyorum buralara da.Geçen hafta oldukça rahatsızdım.Hala antibiyotik kullanıyorum. Bu arada Elif Şafak'ın Araf'ını da okudum bitirdim. Okuduktan sonra kitap hakkındaki yorumlarımı bekleyen arkadaşlarım vardı. Yorumlarıma da en kısa zamanda değineceğim. Diğer okuduğum kitapları da fırsat bulduğum takdirde geçmişe dönük yorumlamayı düşünüyorum.Hepinize sağlıklı, mutlu bir hafta sonu diliyorum.Sevgiyle ve sağlıkla kalınız...

23 Temmuz 2009 Perşembe

Turkuaz Kolyem...Ben Yaptım...


Tatil öncesi turkuaz taşından yapmış olduğum kolyem. Gerçi önceki senelerde bu kendi tasarımımdan birkaç tane yapmıştım. Çok da severek kullanıyordum. Ancak yakın dostlarımın beğenisi üzerine onlara da yapmış ve en son da kendim için yapmış olduğumu vermiştim bir arkadaşıma.Turkuaz taşlarımı aldıktan sonra kendime de nasıl olsa yaparım demiştim. Ancak daha sonra aynı tarz taşlardan bir türlü bulamadım. Baktığım yerlerde de hiç denk gelmiyordu. Sonunda bulabildim ve hemen kolyemi tamamlayıp, kendi kullanımıma sundum. Bundan sonraki takı çalışmalarımda da değerli taşlar ve daha kaliteli aparatlar kullanmak istediğim için bu çalışmamda geç oldu ama temiz oldu.Yani içime sindi.
Çok beğenerek kullandığım kolyem. Olmazsa olmazlarımdan. Sürekli takmak istiyorum. Giyim konusunda uyuma önem verdiğim için de kolyeme uygun kıyafetlerimde kullanmak zorunda kalıyorum. Aslında hiç de çıkarmak istemiyorum.

Takılarım ve takılarımda kullandığım bu değerli taşlarımdan bahsettiğim sürece faydalarına da değineceğim. Daha önce değerli taşların faydaları üzerine bir yazı yazmıştım, ancak sayıları da o kadar fazlaki sanıyorum hepsine de yer verememiştim yazımı uzun tutmamak adına. O nedenle yeri geldikçe böyle kısaca tekrar bahsedeceğim. Bu arada bunun bilimsel açıklaması var mı bilmiyorum ama benim bu taşlar üzerine duyduğum ve de okuduğum, kendi içimde de inandığım tezler. O nedenle doğruluğunu en güzeli yine doktorlarımıza da danışmalı diye düşünüyorum.

Turkuaz taşının faydaları içinde; çok sayıda koruyucu özelliği olduğu, bütün bedeni kuvvetlendirdiği, hücreleri yenilediği, kan dolaşımını ve solunum sistemini canlandırdığı, tansiyonu düzenlediği, kalp hastalıklarına iyi geldiği belirtiliyor. Ayrıca sakinlik verdiği ve yaratıcı ifadeye güç kazandırdığı, etkili konuşmaya yardımcı olduğu, duygusal denge, iletişim, sadakat ve dostluğu sembolize ettiği de belirtiliyor. Barış ve ahengin taşı olduğu, huzur duygusu verdiği, olumsuzu olumluya çevirdiği, kaygı ve nazara karşı koruduğu, bilinci geliştirdiği, cazibeyi ve kadınlık özelliklerini artırdığı da belirtiliyor.

Bu taş aynı zamanda Boğa, başak, akrep, yay, oğlak ve balık burçlarının taşı olarak biliniyormuş. sanıyorum, bende boğa burcu olduğum için çok seviyorum bu taşı...Sırada ise mercan taşı var. Arayış içindeyim. Araştırmalarım devam ediyor. Çünkü piyasa da bu alanda da sahtecilik var maalesef. Bunu bizzat yaşadım. O nedenle henüz araştırma içindeyim.

Turkuaz taşı hakkındaki bilgi Boncuk Sanatı adlı dergiden alıntıdır.

21 Temmuz 2009 Salı

"Aşk" la Döndüm...

Tatilimiz bitti. Bugün itibari ile evimizdeyiz. Haftaya pazartesi işe başlayacağım. Bu hafta da burada ve evimizde halletmem gereken işlerimiz var. O nedenle dönüş erken oldu. Hem az da olsa tatilde insanı yoruyor ve biz çalışanlar evimizi de çok özlüyoruz. Evimizde olmak da doping oluyor bizim için. Tatilimiz geçen yıl ki tatilimizin bir benzeriydi. Geçen yıl burada detaylı anlatmış ve bulunduğumuz yer hakkında detaylı bilgi vermiştim. Anlatmadıklarımı da daha sonra anlatmaya çalışacağım.

Bunların dışında tatil boyunca bir tek kitabı etkisinde kalarak, keyifle okuma fırsatım oldu benim de. Blog arkadaşlarımızında etkisinde kalarak okumuş olduğu kitap Elif ŞAFAK'ın AŞK kitabı. Bu kitap hakkında da olumlu ve çok güzel yorumlar yapılmıştı. Benim düşüncelerim için de aynı şeyler geçerli. Oldukça etkisinde kaldım.

Buradaki "Okuma Aşkı" adlı yazımda yıllar önce çocukken okuma oyunumdan bahsetmiştim hani. Hayat ansiklopedisinden rastgele sayfalar açıp, ilgimi çeksin çekmesin ilk gelen konuyu okumaktı. Bu oyunum saatlerce sürerdi. Bayağı bir zaman ayırırdım. Dolayısı ile birçok konularda bilgi sahibi olmuştum. Hatta yeri geldikçe o bilgileri bugün bile hatırlıyorum. Bu nedenle sınavlarda sorulan genel kültür sorularını bugün olsun es geçmiyorum.

Velhasıl Mevlana Celaleddin Rumi'nin hayatını da o dönemlerde o oyunum sayesinde öğrenmiştim. O nedenle Aşk Şeriatı'ndaki hikayenin o boyutu bana tanıdık geldi. Ancak Aşk Şeriatı'ndaki konu daha çok Tebrizli Şems üzerineydi. Aşk'la bütünleşen ise Ella'nın Aşk Şeriatı'nı okurken yazarı Aziz Zahara ile mailleşmelerinden sonra kendi içinde bulunduğu boşluğun Zahara'dan gelen mesajların doldurması sonucu sanal aşka dönüştürmesi ve bunu gerçek hayata taşımaları idi.
Tatil dönüşümüz de, Konya üzerinden olduğu için kitabın etkisinin hala üzerimde olmasının da etkisi ile Hz.Mevlana'yı, Tebrizli Şems ve Aziz Zahara'yı ziyarette bulunmak istedim. Öncelikle Hz.Mevlana'nın türbesi ve Kültür Merkezine gittik.Ziyaret esnasında içeride fotoğraf ve kamera çekimi yasak olduğu için dışarıdan birkaç resim çekebildim ancak. Ama kesinlikle bilgi sahibi olduktan sonra ziyaret etmek çok da etkileyici oluyor. Aslında bende İlk fırsatta Mevlana'nın Mesnevilerini edineceğim. Zaten çocuklarla da çok verimli olmadı.Mesneviyi okuduğumda da Allah'ın izni ile çocuklarda büyümüş olurlar daha rahat gezerim. Tebrizli şems'in türbesi ise Hz.Mevlana'nın türbesine on dakikalık bir mesafede Konya'nın çıkış yoluna denk gelen Şems parkı'nda.Oralarda sormadım ve ben o civarlarda aramıştım ancak araba ile trafikte seyir halinde iken tesadüfen gördüm. duramadığımız ve de geri dönmediğimiz için de, maalesef Tebrizli Şems'i ziyaretimizi gerçekleştiremedik...
Hz.Mevlana Kültür Merkezi'nin arkasında Gülbahçe Konya Mutfağında o yöreye ait etli ekmeğini yiyelim dedik. Etli ekmek bizim bildiğimiz kıymalı pide idi. Ama ben inatla tadını görmek istedim ancak hiç de beğenmedik.Mekan güzel olmakla birlikte eğer yolunuz düşer ise yemek tercihinizi başka yönde yapmanızı tavsiye ederim ben. Çocuklar bile çok ağır buldular ve etinin koktuğunu söylediler.Bende garsona bunları dile getirdim. Hangi et ile yaptıklarını ve çocuklara bile ağır geldiğini, yiyemediklerini söyledim. Oysa Ankara'da alasını yiyoruz. Kısacası ben pek tavsiye edemiyeceğim etli ekmeğini. Ayrıca yer sofralarının yer aldığı şark odaları havasında herbiri ayrı ayrı adlandırılmış özel odalar vardı. Biz teras katını tercih ettik. Arkamızda yemekten önce gezdiğimiz Mevlana türbesi ve Kültür Merkezi vardı. Akşamları semazenler arkamızdaki bahçede gösteri de yapıyorlarmış.Biz tabii ki akşamı bekleyemedik.

5 Temmuz 2009 Pazar

Tatildeyim....

Uzun zaman oldu biliyorum.O nedenle nasıl giriş yapacağımı bile kestiremedim.Ama herkesi çok özledim.Bundan öceki zamanlarda bloğumda sıkıntı yaşamıştım.sizlerden gelen tavsiye üzerine firefoxu bizde yükledik.Gerçekten işe yaradı gibi.

Önceki postumda da belirttiğim gibi işyerimde yine değişiklik oldu.Gelişimden memnun olmakla birlikte, tek sıkıntımız internette bazı kısıtlamaların olması.Başkanlık merkezimizde birçok siteler yasaklı, sadece iş için kullanabiliyoruz buradan.Maalesef buna bloglarımız da dahil.O nedenle işyerimden girip sizleri okuyamıyorum ve de yeni post giremiyorum.

Şu an ise tatildeyim.Annemlerin yanında Silifke' de yazlıktayız. Şu an bunları yazarken dışarıda gök gürlüyor, hava kapalı. Temmuz ayındayız ve de Silifke'de sanıyorum yağmura tanık olacağız diyordum olduk bile.Deniz çok soğuk ve sürekli esinti var.Bu yıl buralar da fazla ısınmamış. Denizden çıktığımızda inanılmaz üşüyoruz.Bugün denize gitmek için öğlen saatlerini tercih ettiğimizde bile hava kapalıydı.Bir ay kadar buralardayız.Sitemizin ortak modemi olduğu için fırsat buldukça uğramaya çalışacağım.Tatilimiz güzel ve de yorucu geçiyor.Özellikle Deren'in peşinde koşturuyoruz.Ayrıca annemlerin evi de katlı olduğu için sürekli merdivenlere yöneliyor, o bizi biraz geriyor.Burada yeğenim Didem'de var.Çocuklar hallerinden çok memnunlar.Site de yıllardır her yaz birlikte oldukları arkadaş grupları ile takılıyorlar, bisiklete biniyorlar,denizde, havuzda birlikteler.Gelişmelerle ilgili resimler ve yazıyı Ankara'ya döndüğümde daha detaylı anlatacağım ve sizleride ilk fırsatta geçmişe dönük okuyacağım.Hepinizi merak ediyorum ve çok özledim.Gerçekten aile gibi olduk acaba sizin tarafınızda hayat nasıl devam etmede diye merak ediyorum doğrusu.Hepinizi yürekten selamlıyor ve sevgilerimi yolluyorum...

Bu arada internet sıkıntımdan dolayı yardımlarınız ve fikirleriniz için çok teşekkür ediyorum.Hepinize sağlıklı,mutlu,huzurlu,bol eğlenceli bir yaz diliyorum.

25 Haziran 2009 Perşembe

Sorunum Var...:((

Değerli blog arkadaşlarım, hayatın içinden başlıklı bloğumda yazdığım üzere Kurumumuzun Başkanlık Merkezine tekrar görevlendirildiğimi yazmıştım.Herşey çok güzel.Hayatımızda bizim istediğimiz kolaylıkları cenab-ı Allah sağladı.Ancak burada bilgisayarlarımızda birçok siteye girişim engelli.Buna bizim bloglarımızda dahil.Ne kendi bloğuma girebiliyorum, ne de sizleri okuyabiliyorum.Fakat blogları okuyamadığım için de işlerimden arta kalan zamanlarda bol bol kitap okuyorum. Bundan dolayı okuduğum kitaplar hakkında da yazamıyorum henüz.

Sorunuma gelince, bundan yaklaşık bir veya bir buçuk ay öncesine kadar elimizde sadece laptopumuz vardı. Fakat onun ekran kartı yandığında, ekran kartı fiyatları neredeyse kendi fiyatına yakın olunca eşim eve yeni bilgisayar aldı.Çünkü kendisinin de işi gereği çok gerekli idi bize.Şimdi bu bilgisayar tabii ki laptopumuzdan daha hızlı ve verimli. Ancak uzun zamandır ne zaman kendi bloğumu veya sizlerin bloğunu açsam bir pencere çıkıyor ve işleminiz iptal edildi,internet bağlantısı yok diyor.Pencereyi tamam dan da kapatsam,çarpıdan da kapatsam internet iptal oluyor ve ben ne okuyabiliyorum ne de yorum yazabiliyorum bu durumdan dolayı.Bu durum sadece bloglarda oluyor.Diğer sitelerde olmuyor.Bunu çözemedim.Neden oluyordur acaba.Bu arada yeni kayıt girebiliyorum.Düzenleme yapabiliyorum ama sadece kendimin ve sizlerin sayfalarını görüntülediğimde oluyor bu durum.Eşimde anlamadı durumu.Virüs bulaşmış olabilir dedi.Yardımcı olabilirseniz çok memnun olacağım.yardımlarınızı bekliyorum arkadaşlar.Sevgilerimle.

Buradan tüm blog arkadaşlarımın ve tüm müslüman kardeşlerimizin kandilinide kutluyorum.Kandiliniz mübarek,Dualarınız kabul olsun.AMİN!..

21 Haziran 2009 Pazar

Babalar Gününden ve Bizden...

Bugün aynı zamanda babalar günü idi.Bu yıl babalar gününü de yine babamlar uzakta iken karşıladık.Telefonla kutlandı.Eşimin ise 19 Haziran doğum günü idi ve çifte kutlama yaptık.Doğum günü ve babalar günü birlikte 19 Haziran da kutlandı.O gün eşiminde unutamıyacağı bir gün oldu.En önemlisi yaş pasta almak istemedik.Ama kızımız büyümüş.Biz işyerindeyken babasına çok sevdiği mozaik pasta yapmış.Üzerini de hindistan cevizi ile süsleyip, babasının ismini falan yazmış.Bende bolca hediye alıp, üçe böldüğüm hediye paketlerini kızlarımın eline verdim ve üçümüzden ayrı ayrı hediyelere boğduk kendisini ama hediyeler benden olmasına rağmen kızlarım sanki kendileri almışcasına öyle mutlu oldular ki, hediyeleri babalarına verirken.Deren'imizin mutluluğu da ayrı bir keyifliydi.İrem'ciğim tabii bununla da kalmamış, yine babasına da kendi, çizimleri ve duygularını yansıtan bir notta hazırlamış.Babası için şiirde yazmış ama onu da ilk fırsatta kendi bloglarında yayınlarım artık.Geçen yıl babalar gününde yazlıktaydık ve çok güzel bir babalar günü kutlaması yapmıştık. Hatta bu babalar günü yazım ile bloxoo'da günün bloğu bile seçilmiştim.O zaman da eşimin Ankara dışında Seminer'de olmasından dolayı babam gelip bizi yazlığa götürmüştü ve eşim bizden ayrı doğum günü ve babalar gününü geçirmişti...

Ben sözü kısa tutup, tüm babalarımızın babalar gününü kutluyor,sağlık,huzur ve mutluluklar diliyorum.Sevgilerimle...

Hayatın Getirdikleri...

Bugünlerde ne bloğuma yazabiliyorum, ne de değerli blog arkadaşlarımı fazla okuyabiliyorum.Hayatımızda yine önemli değişiklikler oldu.Bu da bizim açımızdan olumlu ve bizi mutlu eden değişimler olmakla birlikte yoğunluğumuz ve bazı kısıtlamalar da oldu.Mesela benim işyerimde yine bir değişiklik oldu.Önceki yerim merkeze çok yakındı ve eşimle birlikte yolculuk yapıyorduk.Ama uzun zamandır birimizden biri eve yakın bir yere tayin veya geçiş yapmak istiyorduk.Çünkü çocuklarla daha iyi ilgilenebilmek adına.Cenab-ı Allah yine bize öyle bir güzellik yaptı ki.Eşim eve yakın bir yere tayin istedi ve tayinin çıkmasını bekliyorken, eşimin tayininden bir hafta önce benim tekrar şehir merkezinin dışında bulunan başkanlığımıza tayinim gerçekleşti ve bir hafta sonra da eşimin tayini oldu.Bunun için sadece Cenab-ı Allah'tan gönülden istedik.Daha önce ki çalıştığım yer çok güzeldi.Şehir merkezine yakındı ama eşimin eve yakın tayin durumundan dolayı ben kendi imkanlarımla gidecektim o da bana sıkıntı olacaktı.Çünkü metro,ankaray ve yürüme mesafesi zamanımı ona göre ayarlamam gerekecekti.Şimdi ise servis olayı var ve evden en geç yarım saat sonra işyerindeyiz.Çocuklarla da eşim ilgilenebilecek zamanı olmasından dolayı.Bu güzellikler için Cenab-ı Allah'a şükürler olsun.Hayatımız kolaylaştı. Aslında kafamı daha başka şeyler meşgul ediyordu ama bu güzelliklerden sonra diğer düşüncelerim değerini biraz kaybetti ama yine de belli olmaz,şimdilik askı da diyelim.Zaman ne gösterecek bilemiyorum.Benim daha önce bahsettiğim kafamı meşgul eden mesele aslında şu an askıya aldığım mesele idi ama.Şimdilik diyorum ki; "Görelim Mevlam Ne Eyler, Ne Eylerse Güzel Eyler."

19 Haziran 2009 Cuma

Yanılsamalar Kitabı...


Yazarın kitabı yazması tamamen bir rastlantı sonucu olmuş. Zaten kitabın arka kapağında da yazdığı gibi, romanlarında rastlantıların insan yaşamında oynadığı rolün önemine dikkat çekiyor.Olayların içinde başka olaylara tanık olunuyor ve kendinizi başka hikayenin içinde buluveriyorsunuz. Kısacası kitabın başından sonuna kadar olaylar o kadar değişik boyutlara taşınıyor ki. Aslında gördüğümüz şeylerin gördüklerimiz olmadığına tanık oluyoruz. Paul Auster’in diğer kitaplarını daha önce okumadım açıkcası. Ancak okumam gerektiğini düşünüyorum.Gizemlerle dolu, okudukça o gizemleri çözmeye ve çözmek istedikçe de olayın farklı bir boyutta seyreylediğini gördüm bu kitapta.
İnsan hayatındaki yanılsamalara dikkat çekmek adına değerli bir eser.
Kitabın Kısaca Konusu ise:
Karısıyla iki küçük oğlunu uçak kazasında kaybeden David Zimmer, hayata küsmüştür.Kendini içkiye verip hayatla bağlantısını kesmiştir.Günlerini kendine acıyarak, işinden ve dostlarından ayrı geçirmektedir.Birgün televizyonda bir dönemlerin sessiz film komedyenlerinden Hector Mann üzerine bir belgesele rastlar.Hayata bakışı bu noktadan sonra değişir.Hector Mann altmış yıl önce ansızın ortadan kaybolmuştur ve akibetine dair dair en ufak bir ipucu yoktur.David bu belgeselden sonra Hector’un filmlerinin peşine düşmeye ve Hector hakkında kitap yazmaya karar verir.Kazada karısı ve iki oğlunun ölümünden dolayı sigorta şirketi servet değerinde tazminat ödemiştir.Bu paranın bir kısmını çeşitli yerlere bağışladıktan sonra kalanı da Hector Mann hakkında bilgi toplamak ve diğer filmlerine ulaşmak adına harcayacaktır.(Buradaki gelişmelerinin ayrıntılarına değinmeyeceğim. Devamı kitabın içinde)Kitabı yazıp yayınlattıktan sonra David, Hector’un karısından bir mektup alır.Kitabını okuduklarını ve Hector’un kendisi ile tanışmak istediğini yazmaktadır.Fakat bu arada Hector çok hastadır ve çok az bir zamanı vardır.David bu mektuba inanamamaktadır ve dikkate almamaya çalışmaktadır.Ancak bir taraftan da kafasını meşgul etmektedir.Mektubun ciddiyetine inanmak için deliller istemektedir.Fakat ısrarla başka bir mektup alır. Ayrıca Hector’un vasiyetine göre altmış yıl önce kaybolmasından sonra yaşadıkları Hector’a ait bilgiler ve filmlerde ölümünün ardından 24 saat içinde yakılacaktır. David zorda olsa Hector'ı görmeye gider. Orada birkaç gün kalır ve hector ile çok kısa bir görüşme gerçekleştirir. Ancak bu kısacık görüşme David için yeterli olmamıştır. O görüşmenin ardından Hector'ın ölümüne ve vasiyeti ile ilgili gelişmelere tanık olmakla birlikte bütün bu gelişmeler David’in hayatını farklı boyutlara taşımaya devam etmektedir.

5 Haziran 2009 Cuma

Kısacık Bir Veda...

Resim google görsel resimlerden alınmıştır.Bende bugünlerde Allah'ıma işlerimin hayırla sonuçlanması için dua ediyorum.Hepimizin dularının kabul olmasını Cenab-ı Allah'tan diliyorum.
Değerli Arkadaşlar,

Öncelikle güzel, bol eğlenceli, sağlıklı bir hafta sonu diliyorum. Bu günlerde buralara pek uğrayamıyorum. Daha önceki yazılarımın birinde de belirttiğim gibi bugünlerde hem oldukça yoğunum, hem de kafam çok karışık. Bazı düşüncelerim, planlarım var ve bunlar üzerine de yoğunlaştığım için vakit bulamıyorum. Bulsam dahi dikkatimi veremiyorum. Öyle ki bazen kitap okurken bile okuduğum yere o an odaklanamıyorum. Bu durum belki Eylül ayına kadar da sürebilir. Çünkü halletmem gereken bu mevzuların gerçekleşme sürecinin zamana ihtiyacı var. Bu arada yazmak istediğim, paylaşmak istediğim o kadar çok konu var ki. Fırsat bulupta burada yayınlayamıyorum bile. En başta da okuduğum kitaplar, el emeği çalışmalarım. Önceki yapmış olduğum çalışmalarımdan da bahsetmek istiyordum tek tek ama inanın fırsat bulamıyorum. Sizleri de fırsat buldukça okumaya çalışıyorum. Bazen yorum da bırakamayabilirim. Zaten Temmuz başı gibi de izin düşünüyorum bir ay kadar. Konular da böylece birikiyor. Şu an bahsettiğim mevzular muallakta olduğu için paylaşamıyorum ama sonuçlarını burada mutlaka paylaşmak isterim ve ben sonuçların Allah'ın izni ile hayırlı olacağına da inanıyorum. Bu süreçte sizlerden de izin istiyorum değerli arkadaşlarım. Döndüğümde eksik ve ihmal durumlarımı en iyi şekilde telafi etmeye çalışacağım. Bu durum güz dönemine kadar sürer sanıyorum.O zamana kadar fırsat buldukça sizlere uğramaya çalışacağım. Bazı boşluklarda benimde yazmam gerektiğini düşündüğüm şeyler olabilir, o zaman fırsat yaratıp yazmaya çalışacağım. Özellikle kızlarımın bloğunu bu konuda hiç ihmal etmek istemiyorum. Çünkü onlarla paylaştığımız, yaşadığımız şeyler anlık olabildiği için, hemen yazmaksak şayet unutulabiliyor. Gelecekte o anları hatırlamak ve tekrar yaşamak adına önemli anlarımızı sıcağı sıcağına yazmak istiyorum. Hayırlısı bakalım. Şimdilik ruh halim bunları söylüyor. Bakalım zaman ne gösterecek. Hepinizin güzel, sağlıklı,verimli, bol eğlenceli bir yaz geçirmesini diliyorum. Herşey gönlünüzce olsun...Sevgilerimle...

4 Haziran 2009 Perşembe

Bu Öğütlere Kulak Verin...Derim!..


İşyerimizde görev yapmakta olan değerli büyüğümüz Kazım Bey'in mail olarak göndermiş olduğu bu güzel öğütleri sizlerle de paylaşmak istedim.

Kızıldereli Öğütleri:

*Aklını kullan iyice tanımadan hiçbir insana bağlanma.
*Bitmemiş ilişkilerin üzerine ilişki kurma, acı çeken sen olursun.
*Seni takmayanı sen hiç takma, konuşmayanla asla konuşma.
*Güvenmediğin biriyle asla flört etme.
*Yalanını yakaladığın kişinin düzelebileceğini düşünme
*İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil.
*Kimseye yalvarma.
*Asla dönüp de arkana bakma.
*Sır tutmasını bil.
*Dostlarının sevgilinden daha önemli olduğunu unutma.
*Onları asla sevgilin için satma.
*Hak ettiğin sevgiyi alamadığında kendini üzme, sorun sen değilsin.
*Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut.
*Kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla gözyaşı için asla yumuşama.
*Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et.
*Seni dinleyip anlamaya niyeti olmayanlarla tartışma.
*Eğer verdiğin sır o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır şansı verme.
*Kendini öven insanlardan kaç.
*Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.
*Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.
*Kendinin herkesten daha önemli olduğunu unutma.
*Gözyaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler için harcama.
*Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma.
*Kendini sev.
*Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlık yapma.
*İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil.
*Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme. *Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanılabilecek hiçbir koz verme.
*İstediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma.
*Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme...

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Korkusal Eylemlerim ve Teleferik...

Gelelim teleferik maceramıza. Önceki yazımda da bahsettiğim gibi sergi için gittiğimizde tam da tepemizden geçen teleferikler dikkatimizi çekti. Her ne kadar ürkütücü gelse de, korksam da bugünlerde korkularımın üzerine gitmedeyim. Adrenalinimi zorlayıcı ne varsa denemedeyim. Nedeni de yükseklik korkum ve daha önce de hiç uçağa binmemiş olmamdır. Önümüzdeki yıl Allah nasip ederse eşimin görevinden dolayı yurtdışına gitme durumumuz var. Hem de uzun vadeli olarak.Tabii hal böyle olursa uçağa binmek de kaçınılmaz olacak ve ben şimdiden korkularımın üstesinden gelmek zorunluluğunu kendimde hissediyorum. Bunu gerçekleştirmeye çalıştığım gibi, üstesinden de geliyorum galiba. Sanıyorum bu da insanın korkularının üstüne gidebilmesi ile mümkün oluyor diyorum ama. Bu denemelerimi gerçekleştirirken de eşimin elini gayri ihtiyari sımsıkı tutuyorum. Eşim bu halime çok gülüyor. Korkudan sıktığımı biliyor.Kendisi daha önce çok bindiği için problem yok onun tarafında. Sonra derin derin nefes alıyorum. Kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. O an yukarıda ve yükselmekte olduğumu düşünmemeye çalışıyorum. Ne olacak benim bu halim bilmiyorum. Sizce de bu durumda ben uçağa binebilir miyim? İşte teleferiğe de bu nedenden dolayı binmek istedim. Sonuç Allah'tan başarılı. Şimdi de resimlerle anlatalım biraz da.
Resimler yine karışık yüklendi. Hareket ettiğimizde aynı korkuları yaşadım. Ama korkularımı söndürme eylemlerimi burada da uygulayınca işe yaradı. Sonra da etrafı seyrettim. Bu gibi durumlarda kızımı kucağıma almıyorum. Eşime veriyorum. Çünkü o an korku ile çocuğuma zarar veririm diye de korkuyorum açıkcası. Ama duruma alıştıktan sonra minik kızım kucağıma gelmek istedi. Alabildim kucağıma. Canım benim bizim korku üzerine yoğunlaştığımızın farkına vardı o da. Bana "anne ben uçaktan korkmuyorum" dedi. Uçağa bindik zannetti. Ona o kadar doğal geldi. Çok şeker yaaa!. irem'ciğim de biraz ürktü aslında. Ama bilemiyorum. Sanıyorum benden de etkileniyor çocuk doğal olarak.Yukarıdaki resimde yüksek tepelerin üzerinden geçtik.Çam ormanları gibiydi. Manzara harikaydı.
Cadde üzerinden geçtik. Alt tarafta arabalar, trafik düşünmek bile istemiyorum. Ama keyifliydi keyifli. Gerçekten denemeye değer.
Keçiören'i kuşbakışı havadan seyretme ve dolaşma imkanını yaşadık.Seyahetimiz gidiş-geliş 20 dakika sürdü.
Diğer teleferik kabinini de yanımızdan geçerken gürüntüledik. Bu arada seyahetimizin sonuna doğru bir şimşek çakmasına tanık olduk ve de hafiften kabinin camlarına yağmur damlaları düşmeye başladı. Seyahati tamamladıktan sonra inanılmaz derece de yağmur yağmaya ve Şimşekler çakmaya başladı. Arabayı uzağa park ettiğimiz için biraz yürüdükten sonra yürümemiz imkansızlaştı.Sığınacak yer aradık kendimize. O an işte "tam zamanında inmişiz teleferikten" dedim. Eğer yolculuk esnasında tutulmuş olsaydık o yağmura, çıldırırdım herhalde. Gerçekten facia olurdu benim için. Tam bir macera dedim ya. Çılgınlık bir nevi bana göre aslında.
Bu arada Fatma Ablalarda bizi merak etmişler. Onların kızı ve kardeşi de bizimle birlikteydiler. Telefon ettiler.Daha sonra mahsur kaldığımız yerden bizi aldılar. Sonra bizim arabanın olduğu yere gittik. Eşimde arabayı oradan aldıktan sonra hep beraber onların evine gittik. Bu arada o yağmurdan dolayı konserde, sergide iptal olmuş ve gezme işi ertesi güne kalmış. Bu arada Belediye Başkanı konuşmasını uzun tutmuş maalesef.
İnsanlar belediye başkanını dinlemede iken biz o kalabalığın üzerinden geçtik. Burası dönüş yolu.
Bu da teleferiğin başlangıç kısmı giderken.
Genel görünüm. Ankara'nın Keçiören semtinde bulunan bu gezintiye yolunuz düşerse "iştirak edin" derim. Bu arada yıllar önce de İzmir'de binmiştik. O zamanlar da eşim "manzara çok güzel bak, etrafı seyret" diyordu. Bense ayak uçlarımdan gözümü asla ayırmamıştım.
Ben, sanıyorum bu tür korkularımın üstesinden gelmeyi yavaş yavaş öğreniyorum.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Bizim Kültürümüz...

Bu hafta sonunda ailecek görüştüğümüz Fatma Ablamızın sergisi vardı. Kendisi geçen Ağustos ayında emekli olmuştu ve ahşap boyama kursuna başlamıştı.Yıl sonu sergisini görmem için bizi de davet etti. Hem Fatma Abla'nın çalışmalarını görmek, hemde çalışmalarımda bana fikir olsun diye diğer ürünlere bakmak için gittik. Serginin açılışı Cumartesi akşam 6.00'da Keçiören Esteregon Kalesinde belediye başkanının katılımı ve konserle de gerçekleşecekti. Kaleye hep beraber vardık. Henüz bir canlılık yoktu. Etrafı seyrederken teleferikler dikkatimizi çekti. Bizim asıl amacımız sergiyi görmek olduğu için Belediye Başkanının konuşmasını beklemedik ve Fatma Ablalarda buraya gelmişken binin dediler.Serginin açılışına daha var deyince, "e hadi binelim" dedik.Teleferik maceramızı önce anlatacaktım ama resimleri yüklemeyi beceremediğim için bundan sonraya kaldı. Evde ilk fırsatta yüklediğimde anlatacağım onu da. Bu arada sergiyi gezmemiz ertesi güne kaldı. Bunun da nedenini diğer yazımda anlatacağım. Ertesi gün hem sergiyi gezdim, hem de kalenin içindeki Türk Kültürünün tanıtıldığı Etnografya Müzesini gezdik üst katında. Esteregon Kalesi Keçiören Şelalesi ile karşı karşıyadır. Önünden geçmişliğimiz çok olmuştur ama ilk defa bu kadar detaylı gezebildim. Doğrusu gezilmeye de değer gördüm. Ben doğa gezilerini, tarihi gezileri ve müzeleri gezmeyi, geçmişi yansıtan şeyler hakkında bilgi edinmeyi seviyorum.
İşte Türk Kültürümüzü yansıtan müzeden fotoğraflar:
Türk aile yapısını anlatan bir kare.
Bu da mutfak kültürü.Hamur açan kadınlar
Misafir ağırlama.kadınlar birarada.
Kahve Kültürü.
Çeyiz Kültürü.
Hamam Kültürü.
Kına gecesi.
Sünnet odası Kültürü.
Yine misafir ağırlama.Erkekler birarada.
Bunlarda Efelerdi.
Bakırcılık işi.
Dokumacılık bunlarda bizim kültürümüzün bir parçası.Müzeyi daha detaylı gezip daha çok şeylere tanık olabilirsiniz.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Okuma Aşkı...

Sevgili arkadaşım Pandora bu seferde " Okuma serüveniniz nasıl başladı?" konulu bir mim paslamış bana.Konu çok hoşuma gitti. Çok teşekkür ediyorum canım. Aslında bugünlerde çok yazasım yok.Nedensiz bir isteksizlik, durgunluk, rehavent halleri var. Kafam da allak bullak. Bazı planlarım, düşüncelerim var.Onlar beni bugünlerde bir hayli meşgul ediyor. Hiçbirşey düşünemiyorum ve yapmak istemiyorum. Aslında şu an tatil moduna da girdim. Sakin, sessiz bir yerlerde tatil yaparken de sakin kafa ile düşünmek, bol enerji depolamak, sağlıklı kararlar vermek ve bir an önce bu planlarım için atak yapmak istiyorum. Ama düşüncelerimi harekete geçirmek için kendimde güç bulamıyorum, bu isteksizlik ve rehavent hallerinden dolayı. Neyse bu durum biraz daha sürer sanıyorum.
Ben konuya döneyim: sevgili Pandora'nın mim konusunu daha fazla geciktirmek de istemiyorum. Malum bende kitap okumayı çok ama çok seviyorum. Kitapsız bir hayat asla düşünemiyorum. Konumuzda kitap okuma serüvenimizle ilgili. Her fırsat bulduğumda kitap okuyorum bende. Bazen fırsat buldukça işyerimde mesai saati içinde okumaya çalışıyorum. Öğlen tatilinde yemeğimi yedikten sonra yine ya işyerimde odamda, ya da bahçede okumak büyük haz veriyor bana. Ama okuduğum kitapların tamamını sizlerle paylaşmaya fırsat bulamıyorum. Aslında hepsine burada yer vermek isterim ama bu da mümkün olmuyor maalesef.
Neyse öyküme dönmek istiyorum tekrar.

Eskiden, çok eskidendi.Yaşımı bilemiyorum ama ilkokul yıllarımın, okuma yazmayı yeni öğrendiğim yılların başıydı. Bana okumayı ne öğretmenim, ne okulum, ne arkadaş çevrem sevdirdi. Sadece ve sadece babam sevdirdi. Bana sürekli seri halinde kitaplar alırdı. Mesela cin ali kitapları, Ayşegül serisi, daha ismini hatırlayamadığım öykü kahramanlarını set halinde, seri halinde alırdı babam. Ben onlarla sevdim okumayı. Tatillerde de tatil kitabım hiç eksik olmazdı. Babacığım her okul bitiminde o tatil kitabımı da mutlaka alırdı bana.Üyesi olduğumuz gazetelerin çocuk dergilerini de severek takip ederdim. Daha sonra eve alınan ansiklopedileri de keyifle okurdum. Kendime oyun bulmuştum. Elime ansiklopedinin herhangi bir cildini alır, rastgele bir sayfasını açardım. Mesela tam ortasından ayırır, oradaki ilk başlıklı konuyu okurdum. O sayfayı bitirdikten sonra tekrar kapatır, tekrar rastgele bir sayfa açar orayı okurdum. Sıkılana kadar bu oyunumuma devam ederdim. Özellikle hayat ansiklopedilerimin bu oyunuma büyük katkıları olmuştur. Lacivert kaplı, 6 ciltlik ansiklopedilerim çocukluğumun vazgeçilmez kitaplarıydı. Bu oyunumun kuralı ise şansıma hangi konu çıkmışsa çıksın ayırt etmeden okuma kuralı koymuştum. Bu oyunu da sadece ben oynadım. Kimseyle de paylaşmadım. Orta okullu yıllarda ise daha yaşıma uygun olmamasına rağmen kalın, sarı yapraklı (genelde yabancı yazarlara aitti, şimdi hatırlamıyorum) babama ait romanları okurdum. Babamda genelde polisiye romanları çok severdi. Şimdi elime geçse konularını hatırlarım ama yazarları ve isimlerinin çoğu aklımda kalmadı. Kitap okuma tutkusu biraz da benim içimde vardı belki de. Her yerde, her şeyi okumayı seven bir insanım. Bir yerlerde otururken, bir kağıt parçası görsem onu bile okumak isterim.Yerde elime almadan eğilip okurum mesela.Nerede olursam olayım, okumak için birşeyler bulamazsam okuma krizine girerim mesela. Hani derler ya. "Çikolata krizim geldi"diye. Benim de okuma krizim tutar öyle. Allah'tan günümüzde internet var da o krizden kurtarıyor bizi. Ama şu da bir gerçek. İnternet olmasa okuduğum kitap sayısında da artış daha fazla olurdu doğrusu. Buna rağmen işyerimde bile birkaç tane kitap vardır elimin altında. Özellikle okuduğum kitabı yanımdan hiç ayırmam. Çantamda cüzdanım nasıl eksik olmamalı ise kitabım da aynı değerdedir. Onun eksikliği de beni son derece rahatsız eder. İşte o krizim o zamanda fena tutar. Kitabımı almayı unutmuşsam yolda aklıma gelsin, eve döner kitabımı alır yoluma öyle devam ederim. İşte benim okuma serüvenim böyle başladı ve bu şekilde devam ediyor.
Bende bu güzel konuyu okumayı seven arkadaşlarım Sevgili Kitap Kurduna, Sevgili Çocukla çocuk'a, Sevgili Muhabbet Çiçeğim'e paslıyorum. Bakalım onların serüveni nasıl başlamış. Dahil olursanız sevineceğim.Şimdiden teşekkür ediyorum...Sevgilerimle...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Benden Arkadaşıma Sevgilerimle...:)))

Bu kutuyu geçen hafta sonu çok değerli arkadaşım için yaptım. Çok hoş, çok beğendiğim çalışmalarımdan biri oldu bu da. Ben de kalmayacağı için hem sizlerle paylaşmak adına, hem de yaptığım çalışmalarımı burada arşivlemek adına bunu da yayınlayayım dedim.
Buradaki çalışmamda kullandığım motifi bu kutuda da kullandım. Yine Rölyef pasta ile yapılan bir çalışma. Bu sefer lacivert boya ile çalıştım ve çok da yakıştı hani. Resimleri çok net çekemiyorum. Üç kenarlara da kutunun köşelerindeki çiçek motiflerinden sıra sıra koydum. O da güzel oldu. Sevgili arkadaşım teslim aldıktan sonra rahatlayacağım. Çok heyecanlıyım doğrusu. Umarım o da beğenir. Şimdiden güle güle kullansın canım benim.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Amigurumi Bebişlerimle Tanıştırayım....:))

Amigurimi oyuncaklara bende bayılıyorum. O nedenle imkanlarım el verdiğince ben de örmeye çalışıyorum. Ama arkadaşlarımın ki kadar başarılı olamadığımı da biliyorum. Ama keşke geliştirebilsem ve de daha sık örebilsem. Tanıdığım, eşim, dostum ve arkadaşlarımın çocuklarına da hediye edebilsem, çok mutlu olacağım aslında. Ben her zaman söylüyorum. Beni tadığınız kadarıyla, bende kendim, karınca kararınca el sanatları ile ilgilenmeyi ve de yapmayı çok seviyorum. Daha da önemlisi hediye olarak da kendi el emeğimle yaptıklarımı sunmak çok hoşuma gidiyor doğrusu.
Bu bebeğimiz melez güzeli olsun dedim ama pek çirkin oldu. Saçları da röfleli olsun istedim. İlk bebek deneyimim. Bayağı uzun zaman oldu aslında, bunu öreli. Ancak yeni fırsat bulabildim, buraya koymak için.
Bunu öreli de bayağı oldu. Bu bebek diğerine göre daha başarılı oldu. Ama bunda da diğerinde olduğu gibi yüz ifadesini vermeyi başaramamışım. Ama artık çözdüm olayı sanıyorum.Özellikle sevgili Semra'cığımın göndermiş olduğu bebeği bayağı bir inceledim. Birde ipin cinsi de önemli sanıyorum. Saçlarına kullandığım ip çok ince olduğu için salkım saçak oldu.O nedenle basit duruyor. Neyse yavaş yavaş öğreneceğiz galiba.

İkisinin yanyana görünümünde de en güzel bebek kırmızılı bebek görüldüğü üzere.Bu arada kızlarım çok beğendiler.İrem okula da götürüp arkadaşlarına, öğretmenine göstermiş.Onlar da beğenmişler.Öğretmende hayranlığını belirttikten sonra annen o kadar işinin gücünün arasında nasıl da beceriyor bu işleri demiş. Dediğim gibi çok yorgun ve uykusuz kalıyorum ama el sanatlarıyla ilgilenmek hoşuma gidiyor. Bazen bu benim bünyemin zayıflamasına da neden oluyor.Uykusuz oluyorum, yorgun oluyorum,bu da iştahımın kapanmasına ve halsiz düşmeme neden olabiliyor ama onu sezinlediğim zamanda dinlenmeye çalışıyorum.Tabii bu konuda yardımcılarım ve destekçilerimde oluyor.Kışın annemin çok desteğini gördüm. Eşimde aynı şekilde. Ama gereksiz buldukları işlerde de bana kızıyorlar. Kendimi çok yoruyorum diye. Ama benim annemde maşaallah çok beceriklidir. Her türlü iş gelir elinden. Teyzelerim, halalarım da öyle. Hani aileden gelen birşey galiba ve onlarda asla boş duramazlar.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Canım Annem...

Bende bütün annelerimizin, anne olan ve anne adayı olacak arkadaşlarımızın anneler gününü kutluyorum.
Annelik çok özel bir duygu. İnsan annesinin kıymetini anne olunca daha iyi anlıyor. Onun her bir davranışında, her bir sözünde yavrusuna duyduğu sevgi, bağlılık, koruma iç güdüsünü ben kendi çocuklarımda yaşıyorum. Son derece fedakardı benim annem de bütün anneler gibi. Bugün olmuş karşılıksız, hiçbir şey beklemeden, her zaman, her an yanımdadır. Şu an uzakta olmalarından dolayı eksikliğini de hissediyorum. Canım annemin anneler gününü telefonla kutladım. Ancak ben, bu günü de tek bir güne sığdıramadığım hiçbir zaman. Benim için sevgi gibi, anneler günü de hergündür.Telefon edip sesini duymak, sağlığının yerinde olduğunu bilmek ve yaza kavuşacağımız günü iple çekmek gönlümü biraz rahatlatıyor açıkcası.
Annem benim, canım benim sen anne sevgisi hiç tatmadın. Küçük bir bebek iken sen de yetim kaldın. Ama sen bizi herşeyden çok sevdin. Hep bizim için mücadele ettin. Benim karşı gelmelerim olduğu zaman "şimdi beni anlamıyorsun ama ileri de anne olunca daha iyi anlarsın" derdin. Haklıymışsın canım benim. Annelik bambaşka duyguymuş. Hep yavrularımın iyiliği, güzelliği için çaba gösteriyor, hatta bazen bu konuda müdahaleden de kaçınmıyorum. Aynı seninle yaşamış olduğumuz didişmeleri şimdi irem'le bende yaşıyorum. Ben üşümesin diye kalın giydirmek istiyorum o inadına kısa ve ince şeyler giymek istiyor. Ben sağlıklı beslensin diye uğraşıyorum o bazen abur cubur yemek istiyor. Bunun gibi daha pek çok şeyler. Bir anne yavrusu için en iyisini ister. Bunu ancak anne olunca anladım ben.
Canım annem benim, senin sevgin dünyalara bedel. Sen bizim ışığımız, güneşimiz, hayatta tutunacak dalımsın. Senin hakkını hiçbir zaman ödeyemeyiz. Allah seni başımızdan eksik etmesin. Seni çokkkkkkkkkkkkkk seviyorum.



9 Mayıs 2009 Cumartesi

Susam Sokağı-Mim....

Sevgili Gülcan bize "Susam Sokağımızı geri istiyoruz. Çocuklarımızda bizim gibi susam sokağı ile büyüsün" konulu mim paslamış. Bu konuyu da bir hayli geciktirdiğimin farkındayım. Sevgili Gülcan gerçekten çok özür diliyorum. Ama Mayıs ayımız bizim en yoğun olduğumuz aylardan biri olduğu için fırsat bulamadım. Şu an bile yatmak yerine bu görevimi yerine getirmek daha fazla da geciktirmemek adına görevimi tamamlamak üzere yazmaya koyuldum.

Susam Sokağına o yıllarda ben fazla bağlı değildim. Ancak şarkılarını çok beğenirdim ve her şarkısında birşeyler öğrenirdik. Bir de Edi ile Büdünün diyaloglarına bayılırdım. Ne komiktiler yaa!.Çocuklar için son derece eğlenceli ve de eğitici bir çocuk proğramı idi. Son yıllarda çocuklarımız için görsel medya da çocuklarımıza yönelik eğitici, öğretici proğramların olmamısından dolayı çok rahatsızlık duyuyorum.
Susam Sokağına bende destek veriyorum. Çocuklarımızda Susam Sokağında ve Çocuklarımıza yönelik daha yararlı proğramlarla büyüsünler istiyorum.Eğlenirken düşündüren, ahlaki ve milli değerlerimizi öğreten, sosyal yaşamda uyulması gereken kuralları eğlenceli yönleriyle anlatan proğramlar istiyorum. Çok şey mi, ya da zor mu?.. Bende Susam Sokağı şarkısının sözlerini yazıyorum hatırlanması adına.

Gün güneşli, insanlar neşeli
Sen de gel oyna, Susam Sokağı'nda
Dostluk ve sevgi sarıyor her yeri
Gel katıl bize, el elele
Sev dünyayı, açılır her kapı
İşte Susam Sokağı...

Susam Sokağı ile ilgili mimde yapmamız gerekenler ise,
-Bu konuyu blogunuzda yazmak,
-Gönderebildiğiniz kadar çok blogger’a bu mimi göndermek, ve
-TRT çocuk iletişim formuna link vererek pasladığınız kişileri mail atmaları için yönlendirmek.

Bende bu mimi herkese paslıyorum. Birçok bloglarda yayınlandı ancak yayınlamayan arkadaşları bu mime davet ediyorum bende. Sevgilerimle....

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Semra'cığımın Güzellikleri...:)))

Canım arkadaşım sevgili Semra (Smilena) 'dan bende bir posta aldım. Hediyeleşmek alışık olduğumuz durum. Herkes sevdiklerinden, eşinden-dostundan hediye alır ama blog arkadaşımdan aldığım hediye ve en önemlisi o birkaç satırlık mektubun mutluluğu, heyecanı daha da bir başkaymış. Tarif edemiyeceğim kadar çok duygulandım ve de heyecanlandım. Bana bu güzel duyguyu yaşattığın için canım arkadaşım tekrar çok çok teşekkür ediyorum. Sanal olan şeylere pek itimat edilmez. Ama buradaki dostlukların, arkadaşlıkların samimiyetine ben inanıyorum. Canım arkadaşım kızlarım için kendi el emeği ile ördüğü, bizim de çok beğendiğimiz Hello Kity ve balerin bebeği, kalpleri ile bize göndermiş. Ayrıca kızlarım için çok cici tokalar ve de sevgi dolu mektubu ile bizleri gerçekten çok mutlu etti. Canım fazlasıyla zahmetler etmişsin. Tokalarımızın ikisini de benim süslü kızım İrem sahiplendi takıyor. Ayrıca "Anne Semra Teyzeme çok çok teşekkür ettiğimi yazmayı unutma" diye de tembihledi. Hatta bloğuna yazmayı düşündüydü ama araya başka yoğunluklar girince olmadı. Bense, ilk zarfı açtığımda, mektubunu okuduğumda ve de senin emeğinle örülmüş bu şirin şeyleri gördüğümde inanılmaz bir duygu yoğunluğu yaşadım. Gerçekten bu daha önceleri almış olduğunuz bir hediye, ya da bir mektuptan çok daha farklı bir duyguymuş. Tabii yanlış anlaşılmasın. Hediyeleşmek ve de mektuplaşmak çok güzel bir olay ama bu bambaşka güzel bir olay. Heyecan ve mutluluğumdan duygularımı tarif edecek kelimeler bulamıyorum. Canım arkadaşım çok çok çok teşekkür ediyorum. O güzel yüreğinin sıcaklığını o kadar çok hissediyorum ki. İyi ki seni tanımışım. Bütün mutlulukların, sevgilerin, arzularının en güzelini yaşaman dileğimdir. Seni çok seviyorum Semracığım.
Ayrıca bütün arkadaşlarımı çok seviyorum.Hepinize sevgilerimi sunuyorum...


5 Mayıs 2009 Salı

Hiç Birşey Gizli Kalmıyor!..

Bugün hıdırellez günü olduğunu sağolsunlar sevgili Fulya&Özlem (çocuklaçocuk)'ler hatırlattılar. ben her seferinde unutuyorum. Ben 6 Mayıs doğumlu olduğum için daha çok o güne odaklanıyorum. Doğduğum ayı ve günü seviyorum...Bahar bayramı...Bugün gerçekten şanslı ve bereketli bir gün. Ben de kendimi birçok konuda şanslı hissederim ve de Allah'ıma şükrediyorum.Hayatımın güzelliklerle dolu olduğuna inanıyorum. Zaten kendi hayatınızın içinde sağlıklıysanız, mutluysanız, huzurluysanız, seviyorsanız, seviliyorsanız, sevdikleriniz yanınızdaysa, annelik-babalık duygularının en güzelini yaşıyorsanız Allah'a şükretmelisiniz. Hayatınızı bereketli adletmeli ve de şanslı görmelisiniz. Bütün bu düşüncelerimin yanı sıra birçok kez gönlümden geçirdiğim isteklerimin gerçekleşmesine sahip olmamı da hep bu günde doğmuş olmama bağlamışımdır...

Şimdi burada Hıdırellez ile ilgili çocukluk anımı da anlatmak istiyorum...
İlkokul yıllarında iken birgün günlerden hıdırellezdi. Annem arkadaşı ile hıdırellezle ilgili konuşuyorlardı. Dilekler yazılırmış kağıtlara, çiçeklerin köklerine konurmuş. Ne yazdıysan dileklerin kabul olurmuş. Ben de bunu duyunca okula gittiğimde üç kafadar arkadaşıma anlattım. Daha sonra bizde yapmaya karar verdik. Herbirimiz çocukça dileklerimizi kağıtlara yazdık. Birbirimize söylememe kararı aldık.Teneffüs saatinde okulun arka bahçesine gittik. Arka bahçedeki ağacın dibini çubuklarla iyice kazıyıp kağıtları koyduk.Üzerini de iyice kapattık.Teneffüs zili çalmıştı. Biz hala oradaydık. Sınıfa da biraz geç girmiştik. Fakat bizden de geç giren iki erkek arkadaşımız olmuştu. Ders başladı-bitti. Diğer teneffüs saati geldi. Öğretmen dışarı çıktıktan sonra erkek arkadaşlarımız "arkadaşlar sessiz olun şimdi size birşeyler okuyacağız" diyerek sınıfı susturdu. Bizim yazdığımız kağıtları okuyup, bizi yerin dibine soktulardı. Meğerse herşeyi duyup yaptıklarımızı takip edip, bizim arkamızdan o kağıtları oradan çıkarmışlar...Ne diyeyim çocukluk işte...Özelimize de girmişler ama bunun önemini o yaşlarda kavrayamamışlar anlaşılan...O zamanki durumda utanç verici bir gündü. Eve gelip ben ağlayarak anlattığımda annem gülmekten kendini alamamıştı...Bugünse yüzümde tebessüm oluşturan komik bir anı olarak kalmıştır.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Ev İşleri...

Hayatımız o kadar yoğun ve dolu dolu geçiyor ki, kendimizle ilgili olsun veya hayata dairlerim olsun anlatacak o kadar çok mevzu olsa bile fırsat bulamıyorum. Bu nedenle güncelerimizle ilgili veya düşüncelerimle ilgili konuları da geçmişe dönük yazmış oluyorum. Bazıları da arada kaynayıp gidiyor yazılamadan.

Şimdi resimlerle bunun alakasına gelince:
Geçen hafta kızlarımın odasına tam bir günümüzü ayırdık desem yeridir. Çok uğraştırdı. Çocuk odası denilen mekan sanki tek çocuklar için düşünülmüş. İkinci çocuğun eşyalarını zar zor yerleştirdik. Hala ben ve eşim şaşırıyoruz nasıl sığdırdık diye. Öncelikle iki yatağı mümkün değil, hiçbir şekilde yerleştiremiyorsunuz. Hem eninden, hem de boyundan bi on santimlik daha uzunluk olsa her şekilde yerleştirilecek ama...
Minik kızım doğduktan sonra İrem'in çocuk takımını odadan çıkarıp, özel ikisine de ait bir mekan haline getirmek istedik. Bunun içinde iki yatak olmalı, çalışma masası olmalı, kitaplık olmalı, gardrop olmalı ve İrem'ciğim tuvalet masası da istedi. Bu işi yapan mobilyacılar da bütün bu ihtiyaçları karşılayacak şekilde ölçtüler, biçtiler. Yatak ancak ranza olur dediler. Başka türlü mümkün değil dediler. Ama benim de ranzo fobim var.Üste yatan alttakinin üzerine düşerse. Birde altta yatınca fena daral da geliyor insana. Bazı arkadaşlarımla konuştuğumda da "ne var ki, bizde ranzalarda büyüdük" dediler ama ben hakikaten alışık değilim. Ben tek kızdım ve iki erkek kardeşim bir odada, bende kendi odamda gençliğim geçti...
Odaya kapıdan bakıldığında sağ tarafta ranza, altta yavru yatakta da olsun istedim. Çünkü ranzayı kullanamayacağımı biliyordum. Solda da gardropları, yanında tuvalet masası, onun yanında da boydan boya kitaplık. O da kapı arkasına denk geliyordu. Ranzanın ayak kısmına kapının sağ tarafına da çalışma masası raflı oldu.Kapıdan bakıldığında boğucu bir eşya yığını ile karşı karşıya idim.Üstelik temizliği de ayrı bir eziyetti. Ranzanın altında küçük kızım yatıyordu, yavru yatakta da İrem. O da her akşam çekilmek zorunda kalıyordu, sabah tekrar yerine konması lazımdı. Yer açılması için. Ranzanın üstüne de eşyalarını, oyuncaklarını koyuyorlardı. Resmen çöplüğe dönüyordu üst, eline geçeni İrem'ciğim oraya atınca. Eşimde yukarıda İrem'in yatması konusunda ikna edemedi beni. "İçine sinmiyorsa alttan demir çubuklar attıralım. Sağlam ama içine sinsin diye" yok...yok... yok...Hiçbir şekilde ikna olmadım.
Neyse geçen hafta sonu eşim ranzayı ayıralım dedi. Üstten çıkmalıymış.

Ayırdık. Ancak bu şekilde karşılıklı oldu. Eğer olmasaydı da oturma odası iptal olacak ve kızlara ayrı ayrı oda olacaktı. Aslında eşime çok önceleri söylemiştim bu fikrimi. Biz salonda oturalım. Bize masrafı da olmaz. İrem'in önceki takımı da yeni. Deren onu kullanır. Okula başladığı zamanda sadece mobilyaya uygun bir çalışma masası yaptırırız demiştim. Çünkü onun yatağı da büyüktü. Normalde 14-15 yaşına kadar kullanabileceğini söylemişlerdi. Yatağın başlığı çıkmalı olduğu için, içine sadece boyuna göre yatak alınması gerekiyordu. İrem 7-8 yaşına kadar kullandı. Ama "eşim oturma odamızı ben çok seviyorum niye bozalım" dedi.

Neyse, Çalışma masasının üst raf kısmını da söktük. Bodruma indirdik. Cam önünde iki yatak arasında bayağı da bir kullanışlı bir çalışma masası oldu. En önemlisi artık duvarları görebildiğim için oda ferahladı. Boğucu, kasvetli havası yok oldu.Temizliği de kolay.
yalnız İrem'in yatağının ayak ucuna tuvalet masası geldi. Bu arada kapı iptal oldu. Kapıyı da akardion kapı yaptıracağız. Onun araştırmasına girdik. Bir iki yere baktık evimize yakın pratikerlerde. Ama içimize sinmedi. Daha fazla da vakit bulamadık. Önümüzdeki günlerde bakarız artık. Bu arada kitaplığımız da antreye kaydı. Odanın dışına çıktı.

Gardrop da Deren'in yatağının ayak ucuna denk geldi. Aradaki mesafeden kapıları da açılıyor Allah'tan. Yani kısacası ucu ucuna halloldu olay. Bizim durumumuzda olabilecek arkadaşlarım var ise fikir verir mi acaba diye anlatmak istedim.

Bu arada duvarlarına benim kızım genelde kendi yaptığı figürleri yapıştırır. Posterden daha çok kendi el emeği ile yaptıkları ile süslemeye meraklı annesi gibi, Canım Benim!..


1 Mayıs 2009 Cuma

Bizden Haberler!..

İyi akşamlar dilemek istiyorum öncelikle. Birkaç gündür minik kızım rahatsız onunla ilgileniyorum. İlk defa bu kadar ağır hastalandı ve inanılmaz huy değiştirdi. Bana daha bir düştü. Herşeyi inat yapıyor. Bayağı bir zorlandık. Kendisi iki gündür halsiz ve ateşler içinde yatıyor ve beni de yatağa resmen çiviledi. "Anne sen de yanıma yat "diye. İki gündür doğru dürüst birşey yediremedik. Ateşleniyor, ateşini ölçtürmek istemiyor. Üzerini değiştireceğiz ona mızmızlanıyor. İnanılmaz inatçı. İrem bizi bu kadar zorlamamıştı.Doktora da anlattım. O da "eeee! zamane çocukları" diyor. Böyle olunca da iyileşmesi için yapmak istediğimiz şeylere müsaade etmeyince açıkcası endişelenmeye başladım. Çarşamba akşamı gayet iyiydiler. O gün benim de hamaratlığım üzerimdeydi. Deren'im ablası ile CD izlerlerken bende mutfakta ertesi günün yemeklerini (tam üç çeşit) yaptım. Poğaça yaptım. Çocuklar da hallerinden memnundu. Ara boşluklarda onlarla da ilgilendim. Eşim pazar günü KPDS sınavına gireceği için akşamları kursta ve geç geliyor. Eşim geldikten sonra hazırlanıp Deren'i o yatırdı. Uyuttuktan sonra ateşlenmeye başlamış ve sabaha kadar da sürdü. Bütün gece ayaktaydık. Ateşle birlikte iki üç kez de kustu. Sabahta amirimi arayıp durumu bildirip doktora götürdük. O günden beri İki gündür pek nazlı minik kuzum benim. Bütün gün beni de yatağa bağladığı için bugün bütün gün evde akşama kadar pijama ile dolaştım. Öğleden sonra karşı komşumlar kahve içmeye geleceklerini söylemek için kapıyı çaldıklarında beni de o halde görünce "yatıyormuydun" dediler. Bende durumu anlatıp, daha sonra kabul edebileceğimi söyledim. Bazen uyuyamamaktan şikayet ederdim. Eşimde bugün "o uyumak isteyip de uyuyamadığın günlerin acısını çıkardın" diyor. "Deren benimle yatmak istedikçe tadını çıkar" diyor ama bütün günde yatılmıyor ki. Bir de yanına yatırıp, parmağımı gözüme batırıp "anne gözünü kapa" demesi yok mu. Neyse, günümüz iki gündür böyle geçiyor. Şimdi ise eşimi gönderdim yanına. Hiç uyuyacak halim yok doğrusu. İlaçlarını aldığı için şimdi biraz daha iyi. Biraz biraz yemeye de başladı ama nazlılık hali halen devam bebişimin. Şimdi biraz yapmam gereken işlerde var. Yazımı yayınladıktan sonra onları da halletmem lazım.Yarın malüm fırsat olmayabilir yine. Bende sizleri okumaya pazartesi günü işyerimde gelebilirim sanıyorum.
Bu arada çarşamba günü yaptığım enginar dolmasından bahsetmek istedim. Ben yemek türü pek yayınlamıyorum ama istisnai yemeklerden de bahsetmek istiyorum. Enginar da son derece lezzetli ve de sağlıklı bir sebze. Severek yiyoruz biz. Ben pek süslemeye vakit bulamadım ama zaten gece geç saatlerde pişirmişim. Şu görüntüyü almak için hususi bir tabak içine alıp resmini çekmişim. Üzerine de soğuduktan sonra koyacağım dereotunu (yani ertesi gün ) görev tam olsun diye birkaç dal aceleden alıp yıkayıp hemen üzerine yalan yanlış serpiştirmişim. Benim işlerim pratik ve en kolayından olmalı. İnanın resmen zamanla yarışıyorum. Bazen ben bile bu halime şaşırıyorum. Aslında yemek bloğluğu bana göre değilmiş ama yine de dediğim gibi bazı şeyleri de paylaşmak istiyorum. Bu arada mutlaka akşam yemek yapmak zorundayım. Çünkü İrem'i öğlen okuldan bakıcı teyzemiz alıyor, eve getiriyor ve yemeğini yediriyor. Yani evimde yemeklerim hazır olmak zorunda.
Yapılışına Gelince:
Enginarlar temizlendikten sonra limonlu suda bekletilir. Bu arada kuru soğan, bezelye, havuç, patetesten oluşan bir garnitür hazırlanır. Küçük küpçükler halinde. Enginarlar tencereye dizilir. Üzerine garnitürler konur. Bir su bardağına yakın zeytinyağı, bol limonlu severseniz bir limonun suyu, yoksa yarım limon suyu ve bir su bardağı su tencerenin içine konur ve tencerenin üzerine yağlı kağıt kapatılır. Kaynayana kadar harlı ateşte, kaynadıktan sonra kısık ateşte pişirilir ve soğuk olarak servis yapılır. Servisden önce üzerine dereotu da serpiştirilir. Afiyet olsun!..Herkese Sağlık diliyorum!...İyi hafta sonları!..