29 Ekim 2010 Cuma

Cumhuriyetimiz ve Bayrağımız

Cumhuriyetimizin 87.yıldönümünü can-i gönülden kutlarken, milletçe Cumhuriyetimize ve Sevgili Atamızın devrimlerine, ilkelerine sahip çıkacak sonsuza kadar yaşatacak nesiller yetiştirebilmeyi umut ediyoruz.Türkiye Cumhuriyeti, İlelebet ve sonsuza kadar Yaşayacaktır ve Yaşatacağız!....

Bizde bu coşkuyu yaşamak ve çocuklarımıza yaşatmak için Cumhuriyet bayramı kutlamalarına katıldık.Özgürlüğümüzün ve Türkiye Cumhuriyetimizin tek devlet olduğunu, bayrağımızın ay yıldızlı, al bayrak olduğunu, ilelebet, sonsuza kadar böyle kalacağını, bu topraklar üzerinde ilebet ve sonsuza kadar dalgalanacağını göstermek adına biz de bu muhteşem kortaja katıldık çocuklarımızla. Milli marşlarımızla ve tüm gücümüzle dalgalandırarak bayrağımızı. Muhteşemdi gerçekten. Gururla taşıdık bayrağımızı. Bize bu vatanı bağışlayan, bu güzel, ay yıldızlı, al bayrağımızı bizlere armağan eden Sevgili Atamıza ve kahraman Türk milletine şükranlarımızı sunuyoruz. Bayrağımızı ve özgürlüğümüzü bizlere armağan ve emanet ettiler.Onu sonsuza kadar yaşatacak ve koruyacak olan da bizler ve bizden sonraki nesillerdir.
Minik kızımın bu görüntüsü de ayrı bir gurur kaynağı...:)))

25 Ekim 2010 Pazartesi

Amasra'dan Sonra...

25 Eylül tarihinde arkadaşlarımızla Amasra-Safranbolu gezisine katıldığımdan bahsetmiştim.Safranbolu  hakkında yazımı yazmıştım ama Amasra'yı geciktirdim. Araya başka şeyler girmeden bu yazımı da aradan çıkarmak istedim bugün. Çünkü Amasra gibi güzel, şirin beldeden bahsetmeden geçmek ve anım olarak bloğumda yerini almadan olmazdı. Gerçekten de hayran olduğum yerlerden biri. Hem küçük, şirin bir yer. Doğası, denizi ile ve hatta havası ile beni oldukça etkiledi. Doğrusunu söylemek gerekirse bir ayağımın orada olmasını çok isterim. Güney sahillerini genelde yazın tercih edebiliyoruz ama çok sıcak bulduğum için bir süre sonra sıkılabiliyorum oralardan. Amasra hem yeşil alanı fazla, hem de harika bir manzaraya sahip. Gün batımını bile izleyebilmek gibi bir şansa da sahip oluyorsunuz burada. Ben yine resimlerle anlatmaya çalışacağım.
Buradaki çay bahçesinde, (Amasra'yı hem tarihi yerlerini, hem de otontik çarşı gezmelerini yaptıktan ve yemeğimizi yedikten sonra kahvelerimizi içerken) gün batımını izledik.Arkadaşlarımın da benimde en çok keyif aldığımız an bu andı.Serin havanın eşliğinde kahvelerimiz yudumlanırken, sohbet eşliğinde günün batışını izledik uzun bir süre.
Amasra'nın koyunun gün battıktan sonraki görünümü
Bu da gündüz görünümü. Hava bir serin, bir sıcaktı.Ceketlerimizi bir çıkardık, bir giydik.Ama yine de güzel bir havaydı.
Çekebildiğimiz kadar bol resim çektik.Gerçekten muhteşem manzarası var.Her bir yerini karış karış fotoğraflamak istedim.
Burası da tavşan adasının olduğu yer. Arkadaki küçük adayı Atamızın silüetine benzetirlermiş. Ben de benzettim.Ya siz?
Daha yakından çekilmiş hali. Alın, burun, ağız, çene ile bir insan yüzünü andırıyor.Üstelik Atamıza da benziyor gerçekten de. Daha önce de bununla ilgili bir yazı yazmıştım. Sevgili Atamız ülkemizin dağında, taşında, toprağında, her yerinde diye...
Karşıdaki tepelerde yeşilliğin içinde deniz manzaralı evlerden birine bende sahip olmak isterim. Hafta sonları ve yıl içinde kısa süreli tatillerde şehir havasından uzaklaşmak ve dinlenmek için tercih edebileceğim yerlerden doğrusu.
Yeşil ve deniz (Mavi)
Otantik hediyelik eşyaların satıldığı yerler. Daha çok ahşap üzerine çalışılmış buralarda.

Resimler her zamanki gibi rastgele düzenlenmiş yine. Arkadaşlarımızla birlikte şu meşhur Çeşm_i Cihanda bol balık ve bol salata yedik.
Ayrıca Amasra'yı gezerken pazarın içinden de geçtik.Organik ve ev yapımı ürünlerin bulunduğu bir pazardı. Kendimize yük yapmak istemediğimiz için pek birşey alamadık ama herşey o kadar tazeydi ki, insan pazarını orada yapmak istiyor ama tur arabasında nereye koyacağımızı bilemediğimiz için bakmakla yetindik. İleri de kısmet olur da tekrar gidersek kendi arabamızla, o zaman bol bol alışveriş de yapılabilir. Bu arada ben mısırı sarı renkte bilirdim. Hiç bu kadar çeşitlisini görmemiştim.Tatları nasıldır acaba onu da bilmiyorum. Ama görüntüleri çok hoştu. Mor, turuncu, sarı, kırmızı, siyaha yakın renkte ve hatta ebruli mısırlar...Bunlar doğal mı, acaba?....
Sağlık ve esenlikler diliyorum....

15 Ekim 2010 Cuma

Çekilişe Buyrun...

Sevgili Yasemin Kale, örmüş olduğu amigurumi örgü oyuncaklardan uzun kulak ve hello kittyi çekilişle izleyicilerine vermek istiyor.

Kendisi şahane amigurumi örgü oyuncaklar yapıyor.Bu serüvene de hamile olduğu dönemlerde piyasa da satılan çin malı oyuncakların çocuklarımızın sağlığını çok ciddi boyutlarda etkilediğini duyduktan sonra "Her çocuğun en az bir örgü oyuncağı olmalı" sloganıyla başlamış.Ben amigurumi ve hobi sitelerinin sıkı takipçisi olarak diğer blog arkadaşlarım ve Yasemin Hanımın oyuncaklarına hayran kalıp, elimden geldiğince el atmaya çalıştım.Onlar kadar ne hızlıyım, ne de muntazam böyle muhteşem oyuncaklar çıkarabiliyorum.Yasemin Hanımın bu oyuncaklarına doğrusu bende sahip olmak isterim.İkisi de çok sevimliler.Eğer sizde bu çekilişe katılmak isterseniz buradaki adresinden kendisine ulaşabilir, yorum bırakabilirsiniz.Herkese bol şans diliyorum...

13 Ekim 2010 Çarşamba

Dostlarımıza Teşekkür...

Tarih 08.10.2010
Yer : Ankara

Nasıl anlatsam, nereden başlasam....
Biraz gecikmiş yazı. 8 Ekim gecesi bizim için çok hoş, çok anlamlı bir geceydi.
Arkadaşımız Ayfer Hanım birkaç hafta önce; bir hafta sonu dışarıda birlikte olmaya davet etmişti bizi, daha başka dostlarımızında eşliği ile.
Bizim de oldukça yoğun geçen son dönemlerimizden sonra o gün kızımın doğum gününde bir araya geldik.
Çok anlamlı, çok keyifli geçen gecemize, kızım için çok da hoş bir doğum günü süprizi eşlik etti.
Selda Hanım ve Ayfer'ciğimin birlikte organize ettiği kızım için orkestrayı ayarlama, kızımın doğum günü pastasını hazırlatma işleri ile bizzat da kendileri ilgilendiler.
O gün canım kızımız İrem'imiz içinde çok büyük bir süpriz oldu.
Birgün öncesinden doğum gününü hatırlatmaya başlamıştı.
İrem'e yapılacak olan bu süprizden bende haberdardım. Ancak İrem'e bunu yansıtıp da süprizlerini bozmak da istemedim. Kendisi okullar kapandığında anneannesinin yanına yazlığa gitmek için bayağı bir sıkıştırmıştı bizi. "İki hafta daha bekle. İki hafta sonra izin alıp, hep birlikte gideriz" demiştik ama dinletemeyince bir hafta sonu bırakıp gelmiştik. Bizde daha sonra izinlerimizi aldıktan sonra gitmiştik. Kendisi hergün "ne olur beni götürün.Doğum günü hediyem olsun.Doğum günümde sizden birşey istemiyeceğim" diye epey dil dökmüştü....
Bende; birgün öncesinden hatırlatmaya başlayınca "anne benim doğum günüm yarın veya bugün" dediğinde, "biliyorum ama sen doğum günü hakkını yazın kullanmıştın.Ayrıca doğum günün için başka bir planımız var biliyorsun.Ayfer ablana ayıp olur, onun davetlisiyiz" demiştim.Canım kızım da sessizce durumu kabullenmişti. Ama cuma gecesi yemekten sonra orkestranın "iyi ki doğdun İrem" müziği eşliğinde, pastası da gelince kızımın yüzündeki o şaşkınlığı, o mutluluğu tarif etmeme imkan yok. Hiçbirşeye değişemem o güzel, duygusal, mutlu anımızı. Bu güzelliği bize yaşattığı için sevgili Selda Hanım'cığıma ve Ayfer Hanım'cığıma buradan da bir kez daha çok çok teşekkür ediyorum.Hepimiz için unutamıyacağımız bir gece oldu. Emeğinize, o güzel yüreğinize sağlık...

Mutlu,sağlıklı, uzun ömürler diliyorum bebeğim..
 Gecemiz sona erip, eve dönmek üzere arabamıza bindiğimizde kızım "anne hayatımın en güzel doğum günüydü" dedi.Önceki senelerde okul arkadaşları ile ev ortamında kutlanmış sıradan doğum günlerinden farklıydı.
Ayrıca arkadaşlarımız kızlarımızın da öğretmenleri. İrem öğretmenleri ile birlikte bu özel anını yaşamaktan da çok büyük  mutluluk ve heyecan yaşadı.

Dostluklar çok özel, çok anlamlı...İnsan iyi gününde de, kötü gününde de dostları ile birlikte olmak, en özel anlarını onlarla da paylaşmak istiyor. Onlarla geçirilen o anların mutluluğu, keyfi herşeye değer. O gecemizde o kadar güzel geçti ki, her daim andığımızda yüzümüzde gülücüklere vesile olacak, hafızamızda güzel bir anı olarak kalacak bu değerli gece için size çok ama çok teşekkür ediyoruz.
Herşey gönlünüzce olsun!...Sevgilerimle!... Çok çok öpüyorum!...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Çalıkuşu Romanını Tekrar Anımsamak İsteyenlere...

Yıllar önce okuduğum eserlerden biridir Çalıkuşu. Geçen gün bir konuda gündeme geldiğinde tekrar okumak istedim.Konusunu hayal meyal hatırlıyordum. İyi de oldu.Kitabı orta son veya lise yıllarımdan birinde okumuştum tam tarihini hatırlamıyorum ama şuna inanıyorum.O yıllarda çocuk gözü ile, şimdilerde ise yetişkin gözü ile her okuduğumuz kitabın farklı bir tat veya mana katacağına inanıyorum duygularımıza ve düşüncelerimize. Çalıkuşu'da öyle oldu bende aslında...

Kitabı okurken kendimi öyle kaptırdım ki, resmen olayların içinde hissettim kendimi.Zaman zaman Feride'ye kızdım, zaman zaman da gözlerim doldu.Geçen cumartesi günü bitti kitap.Kahvaltıdan sonra mutfağı toplayıp, kitabı elime aldım ve sonlarında olduğum sayfaları tükettikten sonra, kitabı mutlu mesut bitirmenin tadına vardım ve normal hayatıma da mutlu mesut döndüm diyebilirim doğrusu.

Çalıkuşu Feride, küçük yaşlarda annesinin ölümü üzerine altı yaşında yetim kalmıştır.Dokuz yaşına kadar büyük annesinin vefatına kadar da büyük annesi bakmıştır. Feride oldukça haylaz, yaramaz, ele avuca sığmaz bir kız çocuğu olmasına rağmen oldukça da duygusal bir çocuktur. Büyükannesini de hayli zorlamıştır bu konuda.Daha sonra büyükannesinin ölümü üzerine babası onu bir Fransız okuluna yazdırır.Oniki yaşında da Feride babasını kaybeder.Çocukluk yılları acı dolu, kayıplarla geçmiştir.Feride bundan sonra tek yakınları teyzeleri ile de ancak yatılı okuldan izinli olduğu zamanlarda görüşmektedir. En çok da İstanbul'daki teyzesinin evinde kalmaktadır. Okul yılları oldukça haylaz ve hareketli geçmiştir. Okul idarecileri de Feride'nin yaramazlıklarından oldukça yılmışlardır.Öyle ki Feride düz duvarlara tırmanan, ağaç tepelerinden inmeyen bir kızdır.Bu yüzden kendisine çalıkuşu adı da okuldaki muallimleri tarafından verilmiştir.Feride okulda okuduğu yıllarda teyzesinin oğlu Kamran'la da duygusal bir yakınlık yaşarlar.Okul bitimine kadar Kamran yurt dışında görevlidir.Okul bittiğinde Kamran'da yurtdışından dönmüş ve evlilik hazırlıkları yaparlarken,bir bayan çıkagelir ve Kamran'la başka bir kadın arasındaki duygusal yakınlaşmadan bahseder.Bunun üzerine Feride kimselere haber vermeden kendini Anadolu'ya atar. Anadolu'nun çeşitli köylerinde öğretmenlikler yapar, oldukça zorlu bir yaşamla da mücadele eder.Güzelliği ve gençliği her gittiği yerde onu zor durumda bırakmıştır.Feride ilk gittiği köyde ki öğrencilerinden Munise adlı bir kızı da evlatlık olarak alır.Munise babası ve üvey annesi tarafından sürekli şiddet görmektedir.Munise'yi evlat edindikten sonra Feride ve Munise çok güzel günler geçirirler.Ancak Feride'nin  görev nedeni ile Kuşadası'nda  bulundukları sırada Munise hastalanır ve ölür. Bunun üzerine Feride çok kötü günler yaşar.Kuşadasına geldiği günden itibaren ilk görev yaptığı köyde tanımış olduğu yaşlı, babacan doktor Hayrettin Bey bu zorlu zamanlarında Feride'yi yalnız bırakmaz.Ancak Hayrettin Bey'in yardım amacı ile yakınlığı çevrede dedikodulara yol açınca  Hayrettin Bey'de Feride'yi bu zor durumdan kurtarmak için nikah kıyar ve yine kendi himayesinde, kızı gibi kol kanat gerer. Feride'nin de Kamran'a olan sevdasını bildiği için yaşlı doktor artık hastalığının ilerlediği ve ölümüne birkaç gün kala mutlaka İstanbul'a teyzelerinin yanına gitmesini ve bir de Kamran'a yazmış olduğu mektubu iletmesini vasiyet eder.Bu mektupla birlikte Feride'nin Anadolu'ya adım atmaya başladığı andan itibaren tutmuş olduğu günlüğüde vermesini ister.Tabii Feride Kamran'a ileteceği şeylerin içeriğini bilmemektedir.Çünkü Hayrettin Bey, nikahlarının olduğu sıralarda, evden taşınma esnasında günlüğünün kaybolduğunu söylemiştir Feride'ye.Feride, Hayrettin Bey'in ölümü üzerine vasiyeti yerine getirmek üzere teyzelerini ziyarete gider ve yine vasiyeti üzerine Kamran'a yazılmış olan mektubu ve emaneti teslim eder. Bu mektup ve Feride'nin günlüğü Kamran'ın ve Feride'nin de aşk acılarını, özlemlerinin sona ermesine vesile olmuş ve büyük bir sevgi ile birbirlerine de kavuşmuşlardır.

Detaylara girmeden oldukça kısa tutarak anlatmaya çalıştığım Çalıkuşu'nu okumuş olsanız bile yine de büyük keyifle okuyacağınıza inanıyorum.Sevgiyle ve sağlıkla kalınız. Bol ve güzel okumalar...

4 Ekim 2010 Pazartesi

Türk Aile Kültürünü Yansıtan Müzeden...

Bugün de Safranbolu'da gezmiş olduğumuz Türk aile yapısını yansıtan kaymakamlar müzesinden bahsedeceğim. Aynı kültürün insanları olduğumuz için bu tür müzelere ülkemizin hemen hemen birçok yöresinde rastlamak mümkün doğal olarak. Ben yine de tarihi ve böyle kültürel yerleri gezmekden mutlu oluyorum.Çok cezbediyor beni. Daha önce de Ankara'da ve daha başka yerlerde gezdiklerimden bahsetmiştim. Geçmişe dönük yazılarımda resimler kaybolduğu için görselleri olmadan yazdıklarımın bir anlamı da kalmıyor maalesef. Çünkü yazdıklarım resimlerle özetleniyor, pekişiyordu.

Neyse, Safranbolu'da gezdiğim müzenin ayrıntılarını anlatacak olursam...Bu müzenin adı kaymakamlar müzesi imiş.Bu müze tabii bir dönemler Türk toplumunun geçmişini, kültürünü, yaşam şeklini ve geleneksel büyük aile düzenini yansıtan tasarımı ve mimarisi ile oldukça etkileyici doğrusu.
Bu sefer detaylı resimler de çekememişim. Ama çekmiş olduklarım kadarıyla müze hakkında edindiğim bilgileri aktarmaya çalışacağım.
Kalabalık ailelerin yaşamasına elverişli bir yapıya sahip olan bu gezmiş olduğumuz evde eskiden anne,baba,oğullar,gelinler,torunlar,halalar,teyzeler bir arada yaşadıkları için evlerini de ona göre tasarlanmış.Eski devirlerde dini ve geleneksel kültürümüzde ev dışarı kapalı olurmuş.Evin hanımları yabancı erkeklere görünmediği için haremlik ve selamlık olurmuş evlerin hepsinde. Yukarıda ki bölüm ise evin selamlık bölümünden bir örnek.
resim sırasına göre; Mutfaklar genelde evin orta katında bulunurmuş.Genellikle de yemekler mutfakta yenirmiş.Kalabalık ortamlarda ise üst kat mutfak ve misafirler için ayrılan haremlik ve selamlık bölümlerinde yenirmiş.
Ayrıca mutfağın bitişiğinde kileri de mevcut.Burada da mutfak için gerekli malzemeler ve yiyecekler saklanırmış.
Burasıda evin haremlik bölümleri.Evin bayan misafirlerinin ağırlandığı bölüm. Bu bölümde özel günlerde, düğünlerde giyilen kıyafetleride sergilenmiş.
Burada da dönme dolap hakkında bilgi alıyoruz.Evin harem bölümünden  selamlığa hizmet için kullanılan bu dolaplara evin hanımları misafir için hazırlanan ikramları koyup, dolabı çeviriyor ve tık tık dolaba vurduktan sonra selamlık bölümünden ikramlar teslim alınıyormuş.
Evin orta katında mutfak bölümünde evin hanımları burada oturup, yemek ve ekmeklerini yaparlarmış.
her odalarında sedirli oturma düzeni, yer sofraları her odada yer yataklarının konulduğu dolaplar var.
Gelin odası.Evin  her katında bulunan sofalardan odalara, mutfağa ve merdivenlere açılıyor. Sofalardan odaya  girerken açılan kapıları, odanın içinin görünmesini engellemek amacı ile paravanla ayrılmıştır.
Haremlik bölümünden ikramların yapıldığı dönme dolabın selamlık bölümünden görünümü.

Burası da evin gelininin sandık odası, giyinme odası. Eskiden bir evde en rahat yaşam alanı sağlanmak için her detayların düşünülmüş olduğunu, şimdiki yeni çağımızın evlerinde de artık bu detayların düşünüldüğünü görüyorum.Demek ki inşaat sektörü geçmiş zaman kültürümüzden esinlenerek, o çağdaki evlerin modern hallerini sunmaya başladılar.İyi de ettiler doğrusu. Bir evin içindeki her detay bana göre büyük rahatlık.
Bu tür evlerde en önemli kısmı az kalsın unutuyordum.Dış kapılarda iki tokmak bulunurmuş.Kapıya gelen misafirin erkek veya bayan olduğu bu tokmaklara göre anlaşılırmış.