27 Mayıs 2009 Çarşamba

Korkusal Eylemlerim ve Teleferik...

Gelelim teleferik maceramıza. Önceki yazımda da bahsettiğim gibi sergi için gittiğimizde tam da tepemizden geçen teleferikler dikkatimizi çekti. Her ne kadar ürkütücü gelse de, korksam da bugünlerde korkularımın üzerine gitmedeyim. Adrenalinimi zorlayıcı ne varsa denemedeyim. Nedeni de yükseklik korkum ve daha önce de hiç uçağa binmemiş olmamdır. Önümüzdeki yıl Allah nasip ederse eşimin görevinden dolayı yurtdışına gitme durumumuz var. Hem de uzun vadeli olarak.Tabii hal böyle olursa uçağa binmek de kaçınılmaz olacak ve ben şimdiden korkularımın üstesinden gelmek zorunluluğunu kendimde hissediyorum. Bunu gerçekleştirmeye çalıştığım gibi, üstesinden de geliyorum galiba. Sanıyorum bu da insanın korkularının üstüne gidebilmesi ile mümkün oluyor diyorum ama. Bu denemelerimi gerçekleştirirken de eşimin elini gayri ihtiyari sımsıkı tutuyorum. Eşim bu halime çok gülüyor. Korkudan sıktığımı biliyor.Kendisi daha önce çok bindiği için problem yok onun tarafında. Sonra derin derin nefes alıyorum. Kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. O an yukarıda ve yükselmekte olduğumu düşünmemeye çalışıyorum. Ne olacak benim bu halim bilmiyorum. Sizce de bu durumda ben uçağa binebilir miyim? İşte teleferiğe de bu nedenden dolayı binmek istedim. Sonuç Allah'tan başarılı. Şimdi de resimlerle anlatalım biraz da.
Resimler yine karışık yüklendi. Hareket ettiğimizde aynı korkuları yaşadım. Ama korkularımı söndürme eylemlerimi burada da uygulayınca işe yaradı. Sonra da etrafı seyrettim. Bu gibi durumlarda kızımı kucağıma almıyorum. Eşime veriyorum. Çünkü o an korku ile çocuğuma zarar veririm diye de korkuyorum açıkcası. Ama duruma alıştıktan sonra minik kızım kucağıma gelmek istedi. Alabildim kucağıma. Canım benim bizim korku üzerine yoğunlaştığımızın farkına vardı o da. Bana "anne ben uçaktan korkmuyorum" dedi. Uçağa bindik zannetti. Ona o kadar doğal geldi. Çok şeker yaaa!. irem'ciğim de biraz ürktü aslında. Ama bilemiyorum. Sanıyorum benden de etkileniyor çocuk doğal olarak.Yukarıdaki resimde yüksek tepelerin üzerinden geçtik.Çam ormanları gibiydi. Manzara harikaydı.
Cadde üzerinden geçtik. Alt tarafta arabalar, trafik düşünmek bile istemiyorum. Ama keyifliydi keyifli. Gerçekten denemeye değer.
Keçiören'i kuşbakışı havadan seyretme ve dolaşma imkanını yaşadık.Seyahetimiz gidiş-geliş 20 dakika sürdü.
Diğer teleferik kabinini de yanımızdan geçerken gürüntüledik. Bu arada seyahetimizin sonuna doğru bir şimşek çakmasına tanık olduk ve de hafiften kabinin camlarına yağmur damlaları düşmeye başladı. Seyahati tamamladıktan sonra inanılmaz derece de yağmur yağmaya ve Şimşekler çakmaya başladı. Arabayı uzağa park ettiğimiz için biraz yürüdükten sonra yürümemiz imkansızlaştı.Sığınacak yer aradık kendimize. O an işte "tam zamanında inmişiz teleferikten" dedim. Eğer yolculuk esnasında tutulmuş olsaydık o yağmura, çıldırırdım herhalde. Gerçekten facia olurdu benim için. Tam bir macera dedim ya. Çılgınlık bir nevi bana göre aslında.
Bu arada Fatma Ablalarda bizi merak etmişler. Onların kızı ve kardeşi de bizimle birlikteydiler. Telefon ettiler.Daha sonra mahsur kaldığımız yerden bizi aldılar. Sonra bizim arabanın olduğu yere gittik. Eşimde arabayı oradan aldıktan sonra hep beraber onların evine gittik. Bu arada o yağmurdan dolayı konserde, sergide iptal olmuş ve gezme işi ertesi güne kalmış. Bu arada Belediye Başkanı konuşmasını uzun tutmuş maalesef.
İnsanlar belediye başkanını dinlemede iken biz o kalabalığın üzerinden geçtik. Burası dönüş yolu.
Bu da teleferiğin başlangıç kısmı giderken.
Genel görünüm. Ankara'nın Keçiören semtinde bulunan bu gezintiye yolunuz düşerse "iştirak edin" derim. Bu arada yıllar önce de İzmir'de binmiştik. O zamanlar da eşim "manzara çok güzel bak, etrafı seyret" diyordu. Bense ayak uçlarımdan gözümü asla ayırmamıştım.
Ben, sanıyorum bu tür korkularımın üstesinden gelmeyi yavaş yavaş öğreniyorum.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Bizim Kültürümüz...

Bu hafta sonunda ailecek görüştüğümüz Fatma Ablamızın sergisi vardı. Kendisi geçen Ağustos ayında emekli olmuştu ve ahşap boyama kursuna başlamıştı.Yıl sonu sergisini görmem için bizi de davet etti. Hem Fatma Abla'nın çalışmalarını görmek, hemde çalışmalarımda bana fikir olsun diye diğer ürünlere bakmak için gittik. Serginin açılışı Cumartesi akşam 6.00'da Keçiören Esteregon Kalesinde belediye başkanının katılımı ve konserle de gerçekleşecekti. Kaleye hep beraber vardık. Henüz bir canlılık yoktu. Etrafı seyrederken teleferikler dikkatimizi çekti. Bizim asıl amacımız sergiyi görmek olduğu için Belediye Başkanının konuşmasını beklemedik ve Fatma Ablalarda buraya gelmişken binin dediler.Serginin açılışına daha var deyince, "e hadi binelim" dedik.Teleferik maceramızı önce anlatacaktım ama resimleri yüklemeyi beceremediğim için bundan sonraya kaldı. Evde ilk fırsatta yüklediğimde anlatacağım onu da. Bu arada sergiyi gezmemiz ertesi güne kaldı. Bunun da nedenini diğer yazımda anlatacağım. Ertesi gün hem sergiyi gezdim, hem de kalenin içindeki Türk Kültürünün tanıtıldığı Etnografya Müzesini gezdik üst katında. Esteregon Kalesi Keçiören Şelalesi ile karşı karşıyadır. Önünden geçmişliğimiz çok olmuştur ama ilk defa bu kadar detaylı gezebildim. Doğrusu gezilmeye de değer gördüm. Ben doğa gezilerini, tarihi gezileri ve müzeleri gezmeyi, geçmişi yansıtan şeyler hakkında bilgi edinmeyi seviyorum.
İşte Türk Kültürümüzü yansıtan müzeden fotoğraflar:
Türk aile yapısını anlatan bir kare.
Bu da mutfak kültürü.Hamur açan kadınlar
Misafir ağırlama.kadınlar birarada.
Kahve Kültürü.
Çeyiz Kültürü.
Hamam Kültürü.
Kına gecesi.
Sünnet odası Kültürü.
Yine misafir ağırlama.Erkekler birarada.
Bunlarda Efelerdi.
Bakırcılık işi.
Dokumacılık bunlarda bizim kültürümüzün bir parçası.Müzeyi daha detaylı gezip daha çok şeylere tanık olabilirsiniz.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Okuma Aşkı...

Sevgili arkadaşım Pandora bu seferde " Okuma serüveniniz nasıl başladı?" konulu bir mim paslamış bana.Konu çok hoşuma gitti. Çok teşekkür ediyorum canım. Aslında bugünlerde çok yazasım yok.Nedensiz bir isteksizlik, durgunluk, rehavent halleri var. Kafam da allak bullak. Bazı planlarım, düşüncelerim var.Onlar beni bugünlerde bir hayli meşgul ediyor. Hiçbirşey düşünemiyorum ve yapmak istemiyorum. Aslında şu an tatil moduna da girdim. Sakin, sessiz bir yerlerde tatil yaparken de sakin kafa ile düşünmek, bol enerji depolamak, sağlıklı kararlar vermek ve bir an önce bu planlarım için atak yapmak istiyorum. Ama düşüncelerimi harekete geçirmek için kendimde güç bulamıyorum, bu isteksizlik ve rehavent hallerinden dolayı. Neyse bu durum biraz daha sürer sanıyorum.
Ben konuya döneyim: sevgili Pandora'nın mim konusunu daha fazla geciktirmek de istemiyorum. Malum bende kitap okumayı çok ama çok seviyorum. Kitapsız bir hayat asla düşünemiyorum. Konumuzda kitap okuma serüvenimizle ilgili. Her fırsat bulduğumda kitap okuyorum bende. Bazen fırsat buldukça işyerimde mesai saati içinde okumaya çalışıyorum. Öğlen tatilinde yemeğimi yedikten sonra yine ya işyerimde odamda, ya da bahçede okumak büyük haz veriyor bana. Ama okuduğum kitapların tamamını sizlerle paylaşmaya fırsat bulamıyorum. Aslında hepsine burada yer vermek isterim ama bu da mümkün olmuyor maalesef.
Neyse öyküme dönmek istiyorum tekrar.

Eskiden, çok eskidendi.Yaşımı bilemiyorum ama ilkokul yıllarımın, okuma yazmayı yeni öğrendiğim yılların başıydı. Bana okumayı ne öğretmenim, ne okulum, ne arkadaş çevrem sevdirdi. Sadece ve sadece babam sevdirdi. Bana sürekli seri halinde kitaplar alırdı. Mesela cin ali kitapları, Ayşegül serisi, daha ismini hatırlayamadığım öykü kahramanlarını set halinde, seri halinde alırdı babam. Ben onlarla sevdim okumayı. Tatillerde de tatil kitabım hiç eksik olmazdı. Babacığım her okul bitiminde o tatil kitabımı da mutlaka alırdı bana.Üyesi olduğumuz gazetelerin çocuk dergilerini de severek takip ederdim. Daha sonra eve alınan ansiklopedileri de keyifle okurdum. Kendime oyun bulmuştum. Elime ansiklopedinin herhangi bir cildini alır, rastgele bir sayfasını açardım. Mesela tam ortasından ayırır, oradaki ilk başlıklı konuyu okurdum. O sayfayı bitirdikten sonra tekrar kapatır, tekrar rastgele bir sayfa açar orayı okurdum. Sıkılana kadar bu oyunumuma devam ederdim. Özellikle hayat ansiklopedilerimin bu oyunuma büyük katkıları olmuştur. Lacivert kaplı, 6 ciltlik ansiklopedilerim çocukluğumun vazgeçilmez kitaplarıydı. Bu oyunumun kuralı ise şansıma hangi konu çıkmışsa çıksın ayırt etmeden okuma kuralı koymuştum. Bu oyunu da sadece ben oynadım. Kimseyle de paylaşmadım. Orta okullu yıllarda ise daha yaşıma uygun olmamasına rağmen kalın, sarı yapraklı (genelde yabancı yazarlara aitti, şimdi hatırlamıyorum) babama ait romanları okurdum. Babamda genelde polisiye romanları çok severdi. Şimdi elime geçse konularını hatırlarım ama yazarları ve isimlerinin çoğu aklımda kalmadı. Kitap okuma tutkusu biraz da benim içimde vardı belki de. Her yerde, her şeyi okumayı seven bir insanım. Bir yerlerde otururken, bir kağıt parçası görsem onu bile okumak isterim.Yerde elime almadan eğilip okurum mesela.Nerede olursam olayım, okumak için birşeyler bulamazsam okuma krizine girerim mesela. Hani derler ya. "Çikolata krizim geldi"diye. Benim de okuma krizim tutar öyle. Allah'tan günümüzde internet var da o krizden kurtarıyor bizi. Ama şu da bir gerçek. İnternet olmasa okuduğum kitap sayısında da artış daha fazla olurdu doğrusu. Buna rağmen işyerimde bile birkaç tane kitap vardır elimin altında. Özellikle okuduğum kitabı yanımdan hiç ayırmam. Çantamda cüzdanım nasıl eksik olmamalı ise kitabım da aynı değerdedir. Onun eksikliği de beni son derece rahatsız eder. İşte o krizim o zamanda fena tutar. Kitabımı almayı unutmuşsam yolda aklıma gelsin, eve döner kitabımı alır yoluma öyle devam ederim. İşte benim okuma serüvenim böyle başladı ve bu şekilde devam ediyor.
Bende bu güzel konuyu okumayı seven arkadaşlarım Sevgili Kitap Kurduna, Sevgili Çocukla çocuk'a, Sevgili Muhabbet Çiçeğim'e paslıyorum. Bakalım onların serüveni nasıl başlamış. Dahil olursanız sevineceğim.Şimdiden teşekkür ediyorum...Sevgilerimle...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Benden Arkadaşıma Sevgilerimle...:)))

Bu kutuyu geçen hafta sonu çok değerli arkadaşım için yaptım. Çok hoş, çok beğendiğim çalışmalarımdan biri oldu bu da. Ben de kalmayacağı için hem sizlerle paylaşmak adına, hem de yaptığım çalışmalarımı burada arşivlemek adına bunu da yayınlayayım dedim.
Buradaki çalışmamda kullandığım motifi bu kutuda da kullandım. Yine Rölyef pasta ile yapılan bir çalışma. Bu sefer lacivert boya ile çalıştım ve çok da yakıştı hani. Resimleri çok net çekemiyorum. Üç kenarlara da kutunun köşelerindeki çiçek motiflerinden sıra sıra koydum. O da güzel oldu. Sevgili arkadaşım teslim aldıktan sonra rahatlayacağım. Çok heyecanlıyım doğrusu. Umarım o da beğenir. Şimdiden güle güle kullansın canım benim.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Amigurumi Bebişlerimle Tanıştırayım....:))

Amigurimi oyuncaklara bende bayılıyorum. O nedenle imkanlarım el verdiğince ben de örmeye çalışıyorum. Ama arkadaşlarımın ki kadar başarılı olamadığımı da biliyorum. Ama keşke geliştirebilsem ve de daha sık örebilsem. Tanıdığım, eşim, dostum ve arkadaşlarımın çocuklarına da hediye edebilsem, çok mutlu olacağım aslında. Ben her zaman söylüyorum. Beni tadığınız kadarıyla, bende kendim, karınca kararınca el sanatları ile ilgilenmeyi ve de yapmayı çok seviyorum. Daha da önemlisi hediye olarak da kendi el emeğimle yaptıklarımı sunmak çok hoşuma gidiyor doğrusu.
Bu bebeğimiz melez güzeli olsun dedim ama pek çirkin oldu. Saçları da röfleli olsun istedim. İlk bebek deneyimim. Bayağı uzun zaman oldu aslında, bunu öreli. Ancak yeni fırsat bulabildim, buraya koymak için.
Bunu öreli de bayağı oldu. Bu bebek diğerine göre daha başarılı oldu. Ama bunda da diğerinde olduğu gibi yüz ifadesini vermeyi başaramamışım. Ama artık çözdüm olayı sanıyorum.Özellikle sevgili Semra'cığımın göndermiş olduğu bebeği bayağı bir inceledim. Birde ipin cinsi de önemli sanıyorum. Saçlarına kullandığım ip çok ince olduğu için salkım saçak oldu.O nedenle basit duruyor. Neyse yavaş yavaş öğreneceğiz galiba.

İkisinin yanyana görünümünde de en güzel bebek kırmızılı bebek görüldüğü üzere.Bu arada kızlarım çok beğendiler.İrem okula da götürüp arkadaşlarına, öğretmenine göstermiş.Onlar da beğenmişler.Öğretmende hayranlığını belirttikten sonra annen o kadar işinin gücünün arasında nasıl da beceriyor bu işleri demiş. Dediğim gibi çok yorgun ve uykusuz kalıyorum ama el sanatlarıyla ilgilenmek hoşuma gidiyor. Bazen bu benim bünyemin zayıflamasına da neden oluyor.Uykusuz oluyorum, yorgun oluyorum,bu da iştahımın kapanmasına ve halsiz düşmeme neden olabiliyor ama onu sezinlediğim zamanda dinlenmeye çalışıyorum.Tabii bu konuda yardımcılarım ve destekçilerimde oluyor.Kışın annemin çok desteğini gördüm. Eşimde aynı şekilde. Ama gereksiz buldukları işlerde de bana kızıyorlar. Kendimi çok yoruyorum diye. Ama benim annemde maşaallah çok beceriklidir. Her türlü iş gelir elinden. Teyzelerim, halalarım da öyle. Hani aileden gelen birşey galiba ve onlarda asla boş duramazlar.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Canım Annem...

Bende bütün annelerimizin, anne olan ve anne adayı olacak arkadaşlarımızın anneler gününü kutluyorum.
Annelik çok özel bir duygu. İnsan annesinin kıymetini anne olunca daha iyi anlıyor. Onun her bir davranışında, her bir sözünde yavrusuna duyduğu sevgi, bağlılık, koruma iç güdüsünü ben kendi çocuklarımda yaşıyorum. Son derece fedakardı benim annem de bütün anneler gibi. Bugün olmuş karşılıksız, hiçbir şey beklemeden, her zaman, her an yanımdadır. Şu an uzakta olmalarından dolayı eksikliğini de hissediyorum. Canım annemin anneler gününü telefonla kutladım. Ancak ben, bu günü de tek bir güne sığdıramadığım hiçbir zaman. Benim için sevgi gibi, anneler günü de hergündür.Telefon edip sesini duymak, sağlığının yerinde olduğunu bilmek ve yaza kavuşacağımız günü iple çekmek gönlümü biraz rahatlatıyor açıkcası.
Annem benim, canım benim sen anne sevgisi hiç tatmadın. Küçük bir bebek iken sen de yetim kaldın. Ama sen bizi herşeyden çok sevdin. Hep bizim için mücadele ettin. Benim karşı gelmelerim olduğu zaman "şimdi beni anlamıyorsun ama ileri de anne olunca daha iyi anlarsın" derdin. Haklıymışsın canım benim. Annelik bambaşka duyguymuş. Hep yavrularımın iyiliği, güzelliği için çaba gösteriyor, hatta bazen bu konuda müdahaleden de kaçınmıyorum. Aynı seninle yaşamış olduğumuz didişmeleri şimdi irem'le bende yaşıyorum. Ben üşümesin diye kalın giydirmek istiyorum o inadına kısa ve ince şeyler giymek istiyor. Ben sağlıklı beslensin diye uğraşıyorum o bazen abur cubur yemek istiyor. Bunun gibi daha pek çok şeyler. Bir anne yavrusu için en iyisini ister. Bunu ancak anne olunca anladım ben.
Canım annem benim, senin sevgin dünyalara bedel. Sen bizim ışığımız, güneşimiz, hayatta tutunacak dalımsın. Senin hakkını hiçbir zaman ödeyemeyiz. Allah seni başımızdan eksik etmesin. Seni çokkkkkkkkkkkkkk seviyorum.



9 Mayıs 2009 Cumartesi

Susam Sokağı-Mim....

Sevgili Gülcan bize "Susam Sokağımızı geri istiyoruz. Çocuklarımızda bizim gibi susam sokağı ile büyüsün" konulu mim paslamış. Bu konuyu da bir hayli geciktirdiğimin farkındayım. Sevgili Gülcan gerçekten çok özür diliyorum. Ama Mayıs ayımız bizim en yoğun olduğumuz aylardan biri olduğu için fırsat bulamadım. Şu an bile yatmak yerine bu görevimi yerine getirmek daha fazla da geciktirmemek adına görevimi tamamlamak üzere yazmaya koyuldum.

Susam Sokağına o yıllarda ben fazla bağlı değildim. Ancak şarkılarını çok beğenirdim ve her şarkısında birşeyler öğrenirdik. Bir de Edi ile Büdünün diyaloglarına bayılırdım. Ne komiktiler yaa!.Çocuklar için son derece eğlenceli ve de eğitici bir çocuk proğramı idi. Son yıllarda çocuklarımız için görsel medya da çocuklarımıza yönelik eğitici, öğretici proğramların olmamısından dolayı çok rahatsızlık duyuyorum.
Susam Sokağına bende destek veriyorum. Çocuklarımızda Susam Sokağında ve Çocuklarımıza yönelik daha yararlı proğramlarla büyüsünler istiyorum.Eğlenirken düşündüren, ahlaki ve milli değerlerimizi öğreten, sosyal yaşamda uyulması gereken kuralları eğlenceli yönleriyle anlatan proğramlar istiyorum. Çok şey mi, ya da zor mu?.. Bende Susam Sokağı şarkısının sözlerini yazıyorum hatırlanması adına.

Gün güneşli, insanlar neşeli
Sen de gel oyna, Susam Sokağı'nda
Dostluk ve sevgi sarıyor her yeri
Gel katıl bize, el elele
Sev dünyayı, açılır her kapı
İşte Susam Sokağı...

Susam Sokağı ile ilgili mimde yapmamız gerekenler ise,
-Bu konuyu blogunuzda yazmak,
-Gönderebildiğiniz kadar çok blogger’a bu mimi göndermek, ve
-TRT çocuk iletişim formuna link vererek pasladığınız kişileri mail atmaları için yönlendirmek.

Bende bu mimi herkese paslıyorum. Birçok bloglarda yayınlandı ancak yayınlamayan arkadaşları bu mime davet ediyorum bende. Sevgilerimle....

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Semra'cığımın Güzellikleri...:)))

Canım arkadaşım sevgili Semra (Smilena) 'dan bende bir posta aldım. Hediyeleşmek alışık olduğumuz durum. Herkes sevdiklerinden, eşinden-dostundan hediye alır ama blog arkadaşımdan aldığım hediye ve en önemlisi o birkaç satırlık mektubun mutluluğu, heyecanı daha da bir başkaymış. Tarif edemiyeceğim kadar çok duygulandım ve de heyecanlandım. Bana bu güzel duyguyu yaşattığın için canım arkadaşım tekrar çok çok teşekkür ediyorum. Sanal olan şeylere pek itimat edilmez. Ama buradaki dostlukların, arkadaşlıkların samimiyetine ben inanıyorum. Canım arkadaşım kızlarım için kendi el emeği ile ördüğü, bizim de çok beğendiğimiz Hello Kity ve balerin bebeği, kalpleri ile bize göndermiş. Ayrıca kızlarım için çok cici tokalar ve de sevgi dolu mektubu ile bizleri gerçekten çok mutlu etti. Canım fazlasıyla zahmetler etmişsin. Tokalarımızın ikisini de benim süslü kızım İrem sahiplendi takıyor. Ayrıca "Anne Semra Teyzeme çok çok teşekkür ettiğimi yazmayı unutma" diye de tembihledi. Hatta bloğuna yazmayı düşündüydü ama araya başka yoğunluklar girince olmadı. Bense, ilk zarfı açtığımda, mektubunu okuduğumda ve de senin emeğinle örülmüş bu şirin şeyleri gördüğümde inanılmaz bir duygu yoğunluğu yaşadım. Gerçekten bu daha önceleri almış olduğunuz bir hediye, ya da bir mektuptan çok daha farklı bir duyguymuş. Tabii yanlış anlaşılmasın. Hediyeleşmek ve de mektuplaşmak çok güzel bir olay ama bu bambaşka güzel bir olay. Heyecan ve mutluluğumdan duygularımı tarif edecek kelimeler bulamıyorum. Canım arkadaşım çok çok çok teşekkür ediyorum. O güzel yüreğinin sıcaklığını o kadar çok hissediyorum ki. İyi ki seni tanımışım. Bütün mutlulukların, sevgilerin, arzularının en güzelini yaşaman dileğimdir. Seni çok seviyorum Semracığım.
Ayrıca bütün arkadaşlarımı çok seviyorum.Hepinize sevgilerimi sunuyorum...


5 Mayıs 2009 Salı

Hiç Birşey Gizli Kalmıyor!..

Bugün hıdırellez günü olduğunu sağolsunlar sevgili Fulya&Özlem (çocuklaçocuk)'ler hatırlattılar. ben her seferinde unutuyorum. Ben 6 Mayıs doğumlu olduğum için daha çok o güne odaklanıyorum. Doğduğum ayı ve günü seviyorum...Bahar bayramı...Bugün gerçekten şanslı ve bereketli bir gün. Ben de kendimi birçok konuda şanslı hissederim ve de Allah'ıma şükrediyorum.Hayatımın güzelliklerle dolu olduğuna inanıyorum. Zaten kendi hayatınızın içinde sağlıklıysanız, mutluysanız, huzurluysanız, seviyorsanız, seviliyorsanız, sevdikleriniz yanınızdaysa, annelik-babalık duygularının en güzelini yaşıyorsanız Allah'a şükretmelisiniz. Hayatınızı bereketli adletmeli ve de şanslı görmelisiniz. Bütün bu düşüncelerimin yanı sıra birçok kez gönlümden geçirdiğim isteklerimin gerçekleşmesine sahip olmamı da hep bu günde doğmuş olmama bağlamışımdır...

Şimdi burada Hıdırellez ile ilgili çocukluk anımı da anlatmak istiyorum...
İlkokul yıllarında iken birgün günlerden hıdırellezdi. Annem arkadaşı ile hıdırellezle ilgili konuşuyorlardı. Dilekler yazılırmış kağıtlara, çiçeklerin köklerine konurmuş. Ne yazdıysan dileklerin kabul olurmuş. Ben de bunu duyunca okula gittiğimde üç kafadar arkadaşıma anlattım. Daha sonra bizde yapmaya karar verdik. Herbirimiz çocukça dileklerimizi kağıtlara yazdık. Birbirimize söylememe kararı aldık.Teneffüs saatinde okulun arka bahçesine gittik. Arka bahçedeki ağacın dibini çubuklarla iyice kazıyıp kağıtları koyduk.Üzerini de iyice kapattık.Teneffüs zili çalmıştı. Biz hala oradaydık. Sınıfa da biraz geç girmiştik. Fakat bizden de geç giren iki erkek arkadaşımız olmuştu. Ders başladı-bitti. Diğer teneffüs saati geldi. Öğretmen dışarı çıktıktan sonra erkek arkadaşlarımız "arkadaşlar sessiz olun şimdi size birşeyler okuyacağız" diyerek sınıfı susturdu. Bizim yazdığımız kağıtları okuyup, bizi yerin dibine soktulardı. Meğerse herşeyi duyup yaptıklarımızı takip edip, bizim arkamızdan o kağıtları oradan çıkarmışlar...Ne diyeyim çocukluk işte...Özelimize de girmişler ama bunun önemini o yaşlarda kavrayamamışlar anlaşılan...O zamanki durumda utanç verici bir gündü. Eve gelip ben ağlayarak anlattığımda annem gülmekten kendini alamamıştı...Bugünse yüzümde tebessüm oluşturan komik bir anı olarak kalmıştır.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Ev İşleri...

Hayatımız o kadar yoğun ve dolu dolu geçiyor ki, kendimizle ilgili olsun veya hayata dairlerim olsun anlatacak o kadar çok mevzu olsa bile fırsat bulamıyorum. Bu nedenle güncelerimizle ilgili veya düşüncelerimle ilgili konuları da geçmişe dönük yazmış oluyorum. Bazıları da arada kaynayıp gidiyor yazılamadan.

Şimdi resimlerle bunun alakasına gelince:
Geçen hafta kızlarımın odasına tam bir günümüzü ayırdık desem yeridir. Çok uğraştırdı. Çocuk odası denilen mekan sanki tek çocuklar için düşünülmüş. İkinci çocuğun eşyalarını zar zor yerleştirdik. Hala ben ve eşim şaşırıyoruz nasıl sığdırdık diye. Öncelikle iki yatağı mümkün değil, hiçbir şekilde yerleştiremiyorsunuz. Hem eninden, hem de boyundan bi on santimlik daha uzunluk olsa her şekilde yerleştirilecek ama...
Minik kızım doğduktan sonra İrem'in çocuk takımını odadan çıkarıp, özel ikisine de ait bir mekan haline getirmek istedik. Bunun içinde iki yatak olmalı, çalışma masası olmalı, kitaplık olmalı, gardrop olmalı ve İrem'ciğim tuvalet masası da istedi. Bu işi yapan mobilyacılar da bütün bu ihtiyaçları karşılayacak şekilde ölçtüler, biçtiler. Yatak ancak ranza olur dediler. Başka türlü mümkün değil dediler. Ama benim de ranzo fobim var.Üste yatan alttakinin üzerine düşerse. Birde altta yatınca fena daral da geliyor insana. Bazı arkadaşlarımla konuştuğumda da "ne var ki, bizde ranzalarda büyüdük" dediler ama ben hakikaten alışık değilim. Ben tek kızdım ve iki erkek kardeşim bir odada, bende kendi odamda gençliğim geçti...
Odaya kapıdan bakıldığında sağ tarafta ranza, altta yavru yatakta da olsun istedim. Çünkü ranzayı kullanamayacağımı biliyordum. Solda da gardropları, yanında tuvalet masası, onun yanında da boydan boya kitaplık. O da kapı arkasına denk geliyordu. Ranzanın ayak kısmına kapının sağ tarafına da çalışma masası raflı oldu.Kapıdan bakıldığında boğucu bir eşya yığını ile karşı karşıya idim.Üstelik temizliği de ayrı bir eziyetti. Ranzanın altında küçük kızım yatıyordu, yavru yatakta da İrem. O da her akşam çekilmek zorunda kalıyordu, sabah tekrar yerine konması lazımdı. Yer açılması için. Ranzanın üstüne de eşyalarını, oyuncaklarını koyuyorlardı. Resmen çöplüğe dönüyordu üst, eline geçeni İrem'ciğim oraya atınca. Eşimde yukarıda İrem'in yatması konusunda ikna edemedi beni. "İçine sinmiyorsa alttan demir çubuklar attıralım. Sağlam ama içine sinsin diye" yok...yok... yok...Hiçbir şekilde ikna olmadım.
Neyse geçen hafta sonu eşim ranzayı ayıralım dedi. Üstten çıkmalıymış.

Ayırdık. Ancak bu şekilde karşılıklı oldu. Eğer olmasaydı da oturma odası iptal olacak ve kızlara ayrı ayrı oda olacaktı. Aslında eşime çok önceleri söylemiştim bu fikrimi. Biz salonda oturalım. Bize masrafı da olmaz. İrem'in önceki takımı da yeni. Deren onu kullanır. Okula başladığı zamanda sadece mobilyaya uygun bir çalışma masası yaptırırız demiştim. Çünkü onun yatağı da büyüktü. Normalde 14-15 yaşına kadar kullanabileceğini söylemişlerdi. Yatağın başlığı çıkmalı olduğu için, içine sadece boyuna göre yatak alınması gerekiyordu. İrem 7-8 yaşına kadar kullandı. Ama "eşim oturma odamızı ben çok seviyorum niye bozalım" dedi.

Neyse, Çalışma masasının üst raf kısmını da söktük. Bodruma indirdik. Cam önünde iki yatak arasında bayağı da bir kullanışlı bir çalışma masası oldu. En önemlisi artık duvarları görebildiğim için oda ferahladı. Boğucu, kasvetli havası yok oldu.Temizliği de kolay.
yalnız İrem'in yatağının ayak ucuna tuvalet masası geldi. Bu arada kapı iptal oldu. Kapıyı da akardion kapı yaptıracağız. Onun araştırmasına girdik. Bir iki yere baktık evimize yakın pratikerlerde. Ama içimize sinmedi. Daha fazla da vakit bulamadık. Önümüzdeki günlerde bakarız artık. Bu arada kitaplığımız da antreye kaydı. Odanın dışına çıktı.

Gardrop da Deren'in yatağının ayak ucuna denk geldi. Aradaki mesafeden kapıları da açılıyor Allah'tan. Yani kısacası ucu ucuna halloldu olay. Bizim durumumuzda olabilecek arkadaşlarım var ise fikir verir mi acaba diye anlatmak istedim.

Bu arada duvarlarına benim kızım genelde kendi yaptığı figürleri yapıştırır. Posterden daha çok kendi el emeği ile yaptıkları ile süslemeye meraklı annesi gibi, Canım Benim!..


1 Mayıs 2009 Cuma

Bizden Haberler!..

İyi akşamlar dilemek istiyorum öncelikle. Birkaç gündür minik kızım rahatsız onunla ilgileniyorum. İlk defa bu kadar ağır hastalandı ve inanılmaz huy değiştirdi. Bana daha bir düştü. Herşeyi inat yapıyor. Bayağı bir zorlandık. Kendisi iki gündür halsiz ve ateşler içinde yatıyor ve beni de yatağa resmen çiviledi. "Anne sen de yanıma yat "diye. İki gündür doğru dürüst birşey yediremedik. Ateşleniyor, ateşini ölçtürmek istemiyor. Üzerini değiştireceğiz ona mızmızlanıyor. İnanılmaz inatçı. İrem bizi bu kadar zorlamamıştı.Doktora da anlattım. O da "eeee! zamane çocukları" diyor. Böyle olunca da iyileşmesi için yapmak istediğimiz şeylere müsaade etmeyince açıkcası endişelenmeye başladım. Çarşamba akşamı gayet iyiydiler. O gün benim de hamaratlığım üzerimdeydi. Deren'im ablası ile CD izlerlerken bende mutfakta ertesi günün yemeklerini (tam üç çeşit) yaptım. Poğaça yaptım. Çocuklar da hallerinden memnundu. Ara boşluklarda onlarla da ilgilendim. Eşim pazar günü KPDS sınavına gireceği için akşamları kursta ve geç geliyor. Eşim geldikten sonra hazırlanıp Deren'i o yatırdı. Uyuttuktan sonra ateşlenmeye başlamış ve sabaha kadar da sürdü. Bütün gece ayaktaydık. Ateşle birlikte iki üç kez de kustu. Sabahta amirimi arayıp durumu bildirip doktora götürdük. O günden beri İki gündür pek nazlı minik kuzum benim. Bütün gün beni de yatağa bağladığı için bugün bütün gün evde akşama kadar pijama ile dolaştım. Öğleden sonra karşı komşumlar kahve içmeye geleceklerini söylemek için kapıyı çaldıklarında beni de o halde görünce "yatıyormuydun" dediler. Bende durumu anlatıp, daha sonra kabul edebileceğimi söyledim. Bazen uyuyamamaktan şikayet ederdim. Eşimde bugün "o uyumak isteyip de uyuyamadığın günlerin acısını çıkardın" diyor. "Deren benimle yatmak istedikçe tadını çıkar" diyor ama bütün günde yatılmıyor ki. Bir de yanına yatırıp, parmağımı gözüme batırıp "anne gözünü kapa" demesi yok mu. Neyse, günümüz iki gündür böyle geçiyor. Şimdi ise eşimi gönderdim yanına. Hiç uyuyacak halim yok doğrusu. İlaçlarını aldığı için şimdi biraz daha iyi. Biraz biraz yemeye de başladı ama nazlılık hali halen devam bebişimin. Şimdi biraz yapmam gereken işlerde var. Yazımı yayınladıktan sonra onları da halletmem lazım.Yarın malüm fırsat olmayabilir yine. Bende sizleri okumaya pazartesi günü işyerimde gelebilirim sanıyorum.
Bu arada çarşamba günü yaptığım enginar dolmasından bahsetmek istedim. Ben yemek türü pek yayınlamıyorum ama istisnai yemeklerden de bahsetmek istiyorum. Enginar da son derece lezzetli ve de sağlıklı bir sebze. Severek yiyoruz biz. Ben pek süslemeye vakit bulamadım ama zaten gece geç saatlerde pişirmişim. Şu görüntüyü almak için hususi bir tabak içine alıp resmini çekmişim. Üzerine de soğuduktan sonra koyacağım dereotunu (yani ertesi gün ) görev tam olsun diye birkaç dal aceleden alıp yıkayıp hemen üzerine yalan yanlış serpiştirmişim. Benim işlerim pratik ve en kolayından olmalı. İnanın resmen zamanla yarışıyorum. Bazen ben bile bu halime şaşırıyorum. Aslında yemek bloğluğu bana göre değilmiş ama yine de dediğim gibi bazı şeyleri de paylaşmak istiyorum. Bu arada mutlaka akşam yemek yapmak zorundayım. Çünkü İrem'i öğlen okuldan bakıcı teyzemiz alıyor, eve getiriyor ve yemeğini yediriyor. Yani evimde yemeklerim hazır olmak zorunda.
Yapılışına Gelince:
Enginarlar temizlendikten sonra limonlu suda bekletilir. Bu arada kuru soğan, bezelye, havuç, patetesten oluşan bir garnitür hazırlanır. Küçük küpçükler halinde. Enginarlar tencereye dizilir. Üzerine garnitürler konur. Bir su bardağına yakın zeytinyağı, bol limonlu severseniz bir limonun suyu, yoksa yarım limon suyu ve bir su bardağı su tencerenin içine konur ve tencerenin üzerine yağlı kağıt kapatılır. Kaynayana kadar harlı ateşte, kaynadıktan sonra kısık ateşte pişirilir ve soğuk olarak servis yapılır. Servisden önce üzerine dereotu da serpiştirilir. Afiyet olsun!..Herkese Sağlık diliyorum!...İyi hafta sonları!..