28 Ekim 2011 Cuma

Gündeme Dair...

Uzun zamandır yazamıyordum ama bugün yine canımı sıkan konuyu buraya taşımak istedim. Ders yoğunluğum arttı. Hocalarımız ödevler verdi. Onları hazırlamam gerekiyor, ara sınavlar var önümüzdeki ayda...İnşaallah hayırlısı ile üstesinden gelirim...
Öncelikle hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.

 Bununla birlikte Cenab-ı Allah bu güzel yurdumuzda insanca yaşamayı nasip etsin ve Türk milletini islah etsin demek istiyorum.Geçen hafta sonu yine büyük bir acı yaşandı.Van ilimizde büyük bir deprem oldu ve maalesef deprem değil, binalar birçok insanımızın canına mal oldu. Bu binaları yapanlar öbür dünyada bunun vebalini nasıl ödeyecekler. Nasıl bir milletiz.
Televizyon izlemiyoruz.Akşam işten geliyoruz.Televizyona küçük kızımız el koyuyor ve kendi kanallarını açıyor.Calio, keloğlan vs. izliyor.Haberlere bile bakamıyoruz diye hayıflanıyoruz bazen ama bugün izlediğimizde de sinirlerimiz gerildi. İzlesek ne oluyor ki. Sadece insanlığımızın ölçütünü görmüş oluyor ve yazıklar olsun diyoruz. Bugünkü haberde Van ilimizdeki depremzede vatandaşlarımıza yapılan yardımlardı.Tırlarla onca yardım yapılıyor ama amacına ulaşmıyor.Gariban, ihtiyacı olanlar ortada kalıyor ve yağmacılar talan ediyorlar onca yardımları.Üstelik altlarında otomobille geliyorlar ve otomobili tıka basa doldurmaya çalışıyorlar. İşin bu boyutu var.Aslında sorun bir tek bu da değil.Yapılan yardımlarda oradaki görevlilerin insanlık dışı hareketleri. Koca koca kolileri insanların kafalarına fırlatmaları. Halbuki orada bir düzen kursalar ve sırayla ihtiyacı olanlara medeni ve insanca ellerine güzelce teslim etseler.Yok yok insanlık dışı kalmış canavarlara dönüşmüşüz farkında değiliz zavallığımızın.Yazıklar olsun diyorum.Çok sinirlendim gerçekten. Diğer başka konuda şu kış kıyamette ser sefil sokakta kalmış insanlara yardım gönderenler arasında densizlere de rastlanmış ya pest dedim ya! Bu densizlerde dediğim gibi kış kıyamette zavallı insanlara mayolar, abiye kıyafetler, mini etekler, parmak arası terlikler falan göndermiş. Ne diyeyim, Allah islah etsin. Akıl fikir versin, milletimize.İnsanlıktan gerçekten nasibini alamamış zavallılar.
Geçen Mart ayında Japonya'da yaşanan depremin ardından oradaki insanların medeni ve insanca davranışları ise gerçekten takdire şayan. Ders almamız gereken o kadar çok şey var ki. Japon halkı depremden sonra markete girdiğinde oradaki ihtiyaç ürünlerinden sadece bir miktar alıyor ve kendisinden başka insanlarında ihtiyacı olacağını hesaba katarak hareket ediyorlar. Türk milleti ise aç gözlülük yapıyor ve egoistçe davranıyor. Her zaman dediğim gibi uyanın diyorum.Bu aç gözlülüğünüz, densizliliğiniz, insanlık dışı davranışlarınız size fayda değil, zarar getirir.Hepimize zarar getirir. Medeni, merhamet duygularını ve gerçekten insani duyguları taşıyan insanların arasında yaşamak istiyoruz. Kendi içimizde böyle olursak, düşmanlarımıza karşı nasıl tek bilek, tek yürek olacağız ki. Söyleyecek çok şey var ama neye yarıyor ki, günden güne götüye gidiyoruz. Allah yardımcımız olsun ve islah eylesin...İnşaallah hayalini kurduğumuz bir ülkede yaşarız insanca, medenice ve gelecek nesillerimize de taşıyabiliriz bu hayalimizi....

10 Temmuz 2011 Pazar

Benden Kısa Havadisler....

Çok uzun zaman oldu buralara uğramayalı. Oldukça yoğun geçen günlerimin ardından yine izne çıktık ve şu an tatilimizi yapmaktayız. Yine Silifke'deyiz. Farklı planlar yapsak da yerine getiremiyoruz.Çocuklar burayı çok seviyorlar ve burada gönüllerince eğleniyorlar. Artık blog yazmaya da vakit ayıramıyacağım galiba. Çünkü daha önceki postlarımda da belirttiğim gibi ALES sınavına girdim, kazandım ve yüksek lisansa kayıt oldum. Eylül döneminde dersler başlayacak.Yoğun bir şekilde ders çalışmak zorundayım. Blog yazmak artık benim için eski heyecanını yitirdiğinden yazasım da gelmiyor zaten. Ama yine de bugüne dair bir not düşeyim istedim. Bu vesile ile de herkese sağlıklı, mutlu, bol eğlenceli bir tatil diliyorum. Sevgiler....

5 Nisan 2011 Salı

Ben Buradaki Gibi Bir Yaşam İstiyorummm............

Şu an Arap yarımadasının doğusunda bulunan ve Basra Körfezine uzanan bir ülkeden bahsedeceğim. Zaten Arap Birleşik Emirlikleri beni her zaman büyülemiştir.Daha yıllar önce bir belgeselde izlediğim Abu Dabi ve Dubai'ye hayran kalmış, o zaman da aynı hayale kapılmıştım. Keşke böyle bir yerde yaşıyor olsam diye. Bugünde Katar Emirlikleri beni büyüledi. Artık ülkemizde ve dünyanın birçok yerlerinde can sıkıcı olaylara tanık oldukça, hayattan ve gelecekten endişe duydukça huzurun ve rahatlığın olduğu bir yerin hayalini kuruyor insan. Tabii ki kendim için değil sadece, sevdiklerim ve hakeden herkes için istiyorum. Benim ülkeminde böyle olmasını istiyorum. Millet olarak bunun farkında olmamız gerekir ama maalesef çevremi ve ülkemin genelini gözlemlediğimde insanlarımız o kadar doyumsuz ve bencil olmuşlar ki, milli birlik ve beraberlik duygularını göremiyorum artık ben. Toplumumuzda dayanışma, üretme, ülkem ve milletim için gayret yok. Herkes kendine yatırım yapma derdinde. Kimse kimsenin umrunda değil. Böyle bir durum akıllılık değil, akılsızlıktır. Halbuki aynı topraklar üzerinde yaşayan insanların birbirine kenetlenmesi, birlikten güç doğurması gerekir. Ama herkes yalnız ve herkes kendi yalnızlığını yaşarsa bu sadece felakete sürükler insanı. Bu ahmaklığımızın bedelini çok ağır öderiz. Bizler sadece kendimizi değil, bizden sonraki nesili de düşünmek zorundayız. Herkes kendi çocuğuna, kendi nesline yatırım yapsın, ama ona huzurla, güvenle yaşayabileceği bir toplum bırakmadıktan sonra neye yarar.O yüzden ben her zaman ben duygularımızdan arınıp, biz, herkes duygularıyla hareket etmemiz gerektiğini savunuyorum. Akılcı olmalı, okumalı, araştırmalı, yönlendirilmelere, güdülmelere gelmemeliyiz diye düşünüyorum. Akılcı, milli birlik ve beraberlik duyguları ile hareket ederek bizlerde güvenli, huzurlu, rahat bir ülkeye sahip olabiliriz. Mesela bugün Katar Emirlikleri hakkında edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum. Bizde neden böyle bir ülkeye sahip olmayalım. Kaynak yönünden biz de zengin bir ülkeyiz. Ama o kaynaklarımızı doğru kullanmayı akıl edemedikten sonra bunun ne anlamı kalıyor ki.Tarımsa tarım, hayvancılıksa hayvancılık, yeraltı kaynakları , dört mevsimi bir arada yaşayan, üç tarafı denizlerle çevrili bol nimetlere sahip bir vatanın  milletiyiz aslında..Biz insanların istediği sadece sağlık, huzur, mutluluk, güven, sevgi......

Katar Emirlikleri son derece güvenli bir ülke imiş..Neden mi?
Çünkü zenginlik halka yayılıyor. Diğer nedeni cezalar caydırıcı. Trafik cezaları bile caydırıcı olsun diye yüksek tutulmuş. Muhtemelen rüşvet olaylarına burada rastlanmıyordur.
-Katar'da yabancılara mülk satışı yasak.
-Sadece otellerde içki satışına izin veriliyorken, sokakta içki içmek yasak. Evde içki içmek isteyenlerin ise izin alması gerekiyor. Ramazan aylarında alkol satışı tamamen yasak. Ben içkinin tüm kötülüklerin anası olduğu fikrine katıldığım için böyle bir şeyi de destekliyorum.
-Katar'da dikkat edilmesi tavsiye edilen diğer bir konu ise katarlı kadınlarla diyalog. Bir erkeğin katarlı bir kadınla diyalog kurulması hoş karşılanmıyor.Yaşanan ve gözlemlenen bazı şeylerden dolayı bunu da destekliyorum. Bence kadın ve erkek ilişkileri seviyeli olmalı, ahlak kuralları çerçevesinde diyaloglar olmalı. Bu tür olaylarda zaten aile ve toplum kavramını bozma da büyük etken bence.
-Dışarıda dolaşırken kadınların mini etek veya dekolte giymeleri hoş karşılanmıyor. Bol paça pantolon giymeleri tavsiye ediliyor.Yine gözlemlerinden insanlar modernlik adına, şıklık adına öyle komik ve acınacak duruma düşüyorlar ki. Tamamen cahillik. Günümüzde gece kıyafetini iş kıyafeti olarak giymeye başlayan insanlar var. Kıyafet yönetmelikleri olduğu halde kesinlikle onlara uyulmuyor ve her türlü giyimle insanlar ortalarda dolaşıyorlar. Bu da toplumun dejenereliğini yansıtıyor bana göre. Herşeyin ölçüsü, yeri zamanı olduğunu bilerek hareket etmek lazım.
-Katar'da tatil günleri Cuma ve Cumartesi. Devlet daireleri sabah 7.00 ile 14.00 arasında hizmet veriyor. Bazı özel sektörlerde bu mesai saatlerini uyguluyorlar. Hiç bir kurumda insanlar 8 saat iş yapmıyorlar. Bence yoğun bir şekilde bu saatler arası bende çalışayım ve saat 14.00'den sonra bende serbest olayım isterim.
-Ülkede elektrik ve su bedava. Vatandaşlardan vergi alınmıyor.
-Petrol rezervlerinin keşfedilmesinden önce Katar ekonomisi balıkçılık ve inci avcılığı yapıyordu.1940'larda petrol rezervleri keşfedilince ülkenin tüm ekonomisi değişime uğramış ve bundan o ülkenin halkıda faydalanabilmiş ne güzel. Bizim ülkemizde olsa sanki bu millet bu ülkenin evladı değilmiş gibi kimbilir kimlerin cebine girer oralardan gelen kaynaklar. Bu değişim yüksek standartlarını ve büyük ülkerin vatandaşlarına sunduğu sosyal hizmetleri de beraberinde getirmiş.
- Katarda eğitime de büyük önem verilmektedir. Herkese bedava olarak sunulan sağlık hizmetlerinin yanında anaokulundan üniversiteye kadar eğitim tüm Katar vatandaşları için ücretsiz hale getirildi. Katar her yönden olduğu gibi eğitim yönünden de çok gelişmiş bir ülke olup denizler ve doğal güzellikler bakımından cennet gibi bir ülkedir.
-Katar sosyal hayat yönünden de oldukça zengindir. Ülkedeki suç oranlarının sıfır olması nedeni ile  sokaklarda gasp edilme korkusu yaşanmaz. Birçok alışveriş merkezlerinde sosyalleşebilir, muhteşem denizinin ve kumsallarının keyfini yaşayabilirsiniz.

Hayalini kurduğum bir ülkenin tanıtımını yapmak istedim.....Duyurulur......

Katar'da 2022 yılı Dünya Kupası Finallerinin yapılacağı muhteşem stadyum.

Kaynak :http://haber.mynet.com/detay/guncel/osmanli-pasalik-verilmedi-ama/564071
http://tr.wikipedia.org/wiki/Katar
google-görseller

22 Mart 2011 Salı

Mart Kapıdan Baktırır, Kazma Kürek Yaktırır...

Atalarımız ne güzel söylemişler."Mart Kapıdan Baktırır, Kazma Kürek Yaktırır" diye... Mart ayı ile baharın geldiğini düşünürüz. Bir bakarsınız ki her yer günlük güneşlik, bir de bakarsınız ki sabah uyandığınızda  her yer bembeyaz.İnsanı şoke eder bu durum. Ankara'da zaten uzun geçen kış ayları nedeni ile kendimizi baharın geldiğine inandırmaya çalışırız ama hayali olur bu durum genelde. Aslında Nisan ayında bile karın yağdığına tanık olmuşuzdur. Mayıs'ta da yağmış mıdır ben hatırlamıyorum ama zaten havalar da Haziran ayının ortalarından sonra ısınmaya başlar. Yazlar çok sıcak olmakla beraber kısa sürer. Yalnız bu yıl kış kışlığını geç de olsa gösterdi. Tam üç kez kar yağdı. İlki hakkında bu yazımda bahsetmiştim.


İkinci karımız da 29 Ocak'ta yarı sömestr tatilinin başlamasından birgün sonra yağmıştı. O karımızdan bahsedememiştim. Bahsetmek istedim çünkü her yıl böyle bir kış yaşamıyoruz. İnsanların kendi aralarında veya benim konuştuğum kişilerden en son 1996 yılında yağdığını söyleyenler veya 1980'li yıllardan bahsedenler bile vardı. Benim ise hatırımda kalan 2000 yılında büyük kızımın doğduğu dönemlerde doğum sonrası izinlerim bittikten ve ben bankadaki işime döndüğümde eve gelirken ve giderken yaşadığımız sıkıntılardı. Hiç unutmuyorum o zamanlarda böyle yoğun kar yağmıştı. Kapımızın önünde arabamız olduğu halde arabayı çıkartamıyor ve taksiye binmek zorunda kalıyorduk. Birgün eşim beni almaya geldiğinde arabamızla yokuş aşağı arabamızın dönerek indiğini hatırlıyorum. Velhasıl benim hatırladığım on yıl öncesi böyle bir kar yağışına tanık olmuştum. Geçen yıl böyle bir kar yağışı olmamıştı.

Sömestr tatilinin ertesi günü biz arkadaşlarımızla Ilgaza geziye katılacaktık. Bu kar yağışı nedeni ile gezimizde iptal oldu. Kar yağışı hayatı olumsuz etkilese de , yolda olanlar özellikle sıkıntı yaşasalar da, insana huzur ve keyif veren yanı ile çocuklar kadar yetişkinleri de sevindiriyor. Bizde bu ikinci karda çocuklarımızı kar havasına çıkarıp, eğlenmelerine destek verdik, kardan adam yapmalarına yardımcı olduk.Onların oyununa, sevincine, keyiflerine ortak olduk.
En son karımızda 8 Mart'ta yağdı. Bu sefer kar bizi iş çıkışı yakaladı.O gün dışarıda olan insanlar, işten evlerine dönerken epey sıkıntı yaşadılar. Benim evim işyerimize yakın olduğu için en fazla bir yarım saat gecikme olmuştur ama uzakta olanların evlerine ancak gece yarısı ulaştıklarını biliyoruz.Arkadaşlarımızdan yolda olanlara ulaştığımızda yol durumlarından haber alıyorduk. Hatta evlerine ulaştıklarında telefonla arayıp gece 11,00-12,00 civarlarında yeni geldiklerini söylüyorlardı.Otobüslerle evlerine gitmekte olan bazı insanlarında Eskişehir yolundan Sıhhiye'ye kadar yürüdüklerini duyduk.Çok meşakkatli durumlar.Aslında genel olarak insanlarında bu tür sıkıntıları yaşamasında katkısı olmuştu o gün. İmkanları olanlar toplu taşım araçlarını kullanmış olsalardı, trafikte bu kadar sıkıntı yaşanmazdı.Ayrıca insanlar tedbirsiz yollara çıkmışlardı o gün. Hiç bir araba da zincir yoktu.Neyse bunlar olayın başka boyutu.
Bütün bunlar biz insanların tedbirli davranması ile çözülecek durumlar.Kar yağmalı. Kış ayı kışlığını göstermeli ve dünyanın iklim dengesi bozulmamalı. Çocuklar kar havasını teneffüs etmeli. Karla birlikte eğlenmeli.
Bundan sonrasını resimlerime göre anlatacağım. En yoğun kar bu son kar oldu. Nerdeyse diz boyuna ulaşmıştı. Buna rağmen birkaç gün içinde havaların ısınması ile de eridi. Bu hafta ise havalar tekrar soğudu ve kar atıştırdı ama tutacak gibi değil tabii. Yine de belli olmaz.Her an yağabilir ve her taraf bembeyaz olabilir. Şu Nisan ayını geçirene kadar bu durumlara hazırlıklı olmalıyız. Hemen bahar havasına girmemeliyiz.
Kızlarım dışarı da evcilik oyunundan da vazgeçmediler. Karla yemek yaptılar güya...Şekiller çıkardılar. Yapraklar, tomurcuklar topladılar.
Bu da bana ikram ettikleri yemek...:)) Eve götürmek çok güç oldu.
 "Kızım hasta olursunuz içeri girelim" dediğimde Minik kızımın girmemek için söylediği sözse yüzümü güldürdü..."Anne kar yeteneksiz insanları hasta eder."..:)))

21 Mart 2011 Pazartesi

Ben de Ne Var, Ne Yok!!!....

Bloglar kapatıldı mı? Kapatılmadı mı? Bazen girebiliyoruz, bazen giremiyoruz. Ama sık ziyaret edemediğimi de belirtmek istiyorum. Başka blogları artık okuyamıyorum. Sadece kendi bloğuma arada bakabiliyorum.

*Şu sıralar kitap okuyamıyorum.... YOK....
*Ders çalışıyorum. ALES'e. Uzaktan eğitim programları ülkemizde yaygınlaşınca ben de zaten okuyan biri olarak bari alanımdaki dersleri okuyayım, çalışayım ve uzmanlaşayım dedim..... VAR.....
*Hafta da en az birgün arkadaşlarımla voleybol oynuyorum.... VAR....
*Arada sinemaya gidiyoruz...VAR.....En son "Aşk Tesadüfleri Sever" e gittik. Film bize vasat geldi. Çok da beğendiğimi söyleyemiyeceğim.
*Arada tiyatroya gidiyoruz...VAR....En son "Benim Tatlı Meleğim" adlı oyunu izledik. Biz beğendik.Oldukça duygusal ve müzikal bir oyundu. Tavsiye edilir.
*Gezi planlarımız vardı, ancak bir tanesini iptal etmiş, daha sonraya ertelemiştik hava muhalefetinden dolayı...YOK...
*Hobi çalışmalarına hepten ara verildi zamansızlıktan ve yoğunluktan dolayı...YOK...
*Kızımın derslerinde daha önce eşim yardımcı oluyordu. Ama şu sıralar kızım benimle çalışmaktan keyif aldığı için, "anne sen çok güzel öğretmenlik yapıyorsun" dediği için etkinlikten çok öğretmencilik oynuyoruz...YOK..
*Bu ara ufak kızımızda kendi kendini idare ettiği ve kendi kendine keyifle oynadığı, boyamalar, resimler yaptığı için etkinlik yapamıyoruz...YOK...
*Arkadaşlar ile arada güzel anlar geçiriyoruz.....VAR....
*Kutlamalar yapıyoruz....VAR...

Şimdilik aklıma gelenler bunlar sevgili blog...Daha sonra hatırladıklarım olunca buraya ilave ederim belki onları da...Sağlık, esenlik ve güzel bir hafta diliyorum....

3 Mart 2011 Perşembe

Belki Bu Son Olur...

Aslında blog yazmaya zaman zaman ara vermek istediğimi belirtiyorum. Bazen oluyor, hiç yazasım gelmiyor. O an yazmak istesem de içimden gelmediğinden kelimeler de tükenmiş oluyor. Bazen de her şeyi unutuyorum ve yazma isteği doluyorum bir anda. Ama son yıllarda bu yazma isteği çok ender oluyor tabii. Bir de yazabilmem için gündem konuları veya geçerli konular olmalı. Kitap yorumları da bunlardan bir tanesi. Hem kendimde ileride okuduklarımı hatırlamak adına iyi oluyor aslında.Güncelleyeyim diye, laf olsun diye yazdığımda ise, yazdıklarımı laf kalabalığı görüyorum ve beğenmiyorum. Özel hayatımda ise etkinlik ve uğraş adına da pek çok şey yapsam da üzerinden zaman geçtiği için o andaki duygularla yazamayacağımı hissettiğim için onları da yazmak istemiyorum.Diyorum ya bazen hiç yazasım olmuyor. Yazmaya bol malzemem olsa da, işte o anlara denk geliyor. Bu arada bloğuma da ara vereceğimi, sınavlara çalışacağımı söylediğim halde bu sefer yazma istediğim perçinlenip tekrar yazmak istedim bir anda. Ders de çalışmaya gayret ediyorum fırsat buldukça...
Neyse, ben ara vermeyi düşünürken bu sefer mahkeme kararı kapatılacağını da öğrenmiş bulunduk. Tabii ki bu haksızlık. Orta da bir yanlışlık varsa bunu genele yansıtıp, herkesi yakmanın mantığını anlamıyorum zaten. Suçlu kimse ondan hesap sorulmalı. Burada herkes kendinden birçok şeyler paylaşıyor ve bu vesile ile birbirlerine faydalı oluyorlar. Buranın bana da çok şey kattığını, birçok el becerilerimin buradaki blog sahiplerinden gördüklerimle geliştirdiğime, hatta birçoğunu burada öğrendiğime inanıyorum. Üretken, paylaşımcı insanların sesini duyurduğu alanları kapatmak ne derece mantıklı.Nasıl izah edilir bu durum?..Üretmeyeceksin, paylaşmayacaksın, günlük tutmayacaksın herşeyi kendine saklayıp, zamanla sen de unutup gideceksin. Bu mu mantık. Neyse kapatılmasını haksızlık olarak görüyorum ve bende bloğuma dokunulmasını istemiyorum. BLOĞUMA DOKUNMAAAAAAA Olur mu?....

NOT: Kapanırsa bu son yazım olabilir. Bloğun teknik konularından pek anlamıyorum. Daha doğrusu hiç uğraşmadım.Şimdi de uğraşmak istemiyorum. Bloğumu başka bir alana da taşımak istemiyorum. Eğer tekrar yazma özgürlüğümüze kavuşursak, fırsat buldukça yine burada yazmaya devam ederim.Yok kavuşamazsak, bunca emeklere yazık diyerek veda edebilirim. İnşaallah geçici vedalar olur diyelim.Herkese herşeyin gönlünüzce olmasını ve sağlık, mutluluk, esenlikler diliyorum..

Ayşe KULİN ve Kitapları Hakkında...

Bu yazım biraz uzun olacak. Çünkü son yıllarda okuduğum Ayşe KULİN kitaplarından bu postumda bahsetmek istiyorum. Çok eski yıllardaki kitaplarından değil sadece 2010-2011 yılında okuduğum kitaplarından topluca bahsedeceğim burada. Aslında her bir kitabı ayrı güzel, ayrı bir tat. O kadar sürükleyici ve etkileyici ki elimizden bırakamayıp, adeta bağlanıyorsunuz.

İlk tanışmam; 1997 yılında evliliğimin ilk yıllarındaki yaz, Fethiye'de tatilimizi yaparken Adı Aylin'le olmuştu. Ben Ankara'dan bir süre uzaklaştığımda (bu tatil bile olsa) Ankara'ma büyük özlem duyan biri olarak, Ankara'yı anlatırken her bir yerini gözümde canlandırarak,yaşadığım şehre özlem duyarak okumuştum. Bugün olsun hala hafızama kazınmış, derin izler bırakmış bir kitaptır. Ayrıca Aylin'in zorlu hayatı ve trajetik ölümü de beni derinden etkilemişti. Daha sonraları Ankara'da kitapta geçen yerlerden bende geçtiğimde yanımda bulunan kişilere aaa! burası Adı Aylin'de okuduğum yerler diye heyecan duyarak başlardım anlatmaya. O dönemlerde okuduğum birçok kitapları bu kadar detaylı hatırlamam mesela.

Daha sonraları da Gece Sesleri, Füreya, Köprü aklimda kalanlar. Köprü'yü ise dizisi oynuyorken okumuştum. Birkaç bölümüne baktığımda hayal kırıklığına uğramıştım. İzlediğime pişman olmuştum. Gece Sesleri'de televizyonda dizi olarak yayınlandı ancak ben hiçbir bölümünü  izlemeye fırsat bulamadım çok istememe rağmen.

Neyse 2010-2011 yıllarında okuduğum kitaplarının içeriğinde, Ayşe KULİN'in atalarının ve kendi hayatı üzerinden Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerini ve o dönemde yaşananları, daha sonra Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ve gelişme dönemleri ile günümüz 80'li yıllardaki döneme kadar ki ülkemizin siyasi, kültürel, tarihi gelişimi, zorlukları, sıkıntılarını yansıtan eserlerine sırası ile yer vermeye çalışacağım.Tarihi konu ve yaşanmışlıklar içerdiği için çok severek, keyif alarak okuyorum ve bilgi sahibi olduğuma da inanıyorum o dönemlere dair.

Şimdi kısaca sıra ile bahsetmeye çalışacağım.
VEDA
Osmanlı İmparatorluğunun son günlerinde işgal altında bulunan İstanbul'da Osmanlı Sarayı maliye nazırı Ahmet Reşat Bey'in konağında geçen olayları ve ailesini anlatıyor Veda. O dönemde İstanbul işgalciler tarafından esir alınmış ve kimseye göz açtırmıyorlardı. Halk rahat hareket edemiyordu. Reşat Bey ise konağında yaşlı teyzesi, hanımı, kızları, evin bakımı ve çocuklarla ilgilenen uzaktan akrabaları Mehpare ve vatanı kurtarmak için milli direnişçilerle birlikte çalışan ve bu yüzden işgalciler tarafından aranan yeğeni Kemal ile yaşıyordu. Aslında Reşat Bey yeğeninin durumundan rahatsız olduğu halde teyzesinin hatırına sesini çıkaramıyordu. Ayrıca Kemal hasta ve bakıma muhtaçtı.Vatanı kurtarmak için kurulan milli teşkilatlara hasta yatağından yardım ediyordu.
Reşat Bey sarayda Maliye Nazırı olmakla padişaha en yakın kimse olmasına rağmen vatanın durumunun kötü olduğunu, ellerinden birşey gelmediğini, işgalcilerin küstah tavırlarından duyduğu rahatsızlıkları konaktaki ailesine anlatıyordu. Kemal'se dayısı hakkındaki olumsuz düşüncelerinin yersiz olduğunu ve vatan savunmasında dayısının da destek olabileceğini düşünüyordu.
İşgalciler her yeri basıyor, Osmanlı halkına kötü muameleler yapıyorlardı. İşler çığrından çıkmaya başlamıştı. İşgalciler aramadık ev, konak bırakmıyorlardı. Reşat Bey'in konağını da aramaları ihtimaline karşı alt sokakta bulunan komşuları Azra Hanım'ın evine Kemal'i ve Mehpare'yi yollamışlardı. Bu arada Mehpare Kemal'in bakımı ile yakından ilgileniyordu. Bu durum Kemal'le Mehpare'nin yakınlaşmasına da vesile olmuştu. Mehpare Kemal'e büyük tutku ile bağlanmış bu yüzden de Kemal'i Azra Hanım'ın evine yalnız bırakmamış kendisi de Kemal'le birlikte gitmişti. Azra Hanım'da milli direnişçilere gönülden bağlı ve bu duruşunu ve düşüncesini her zaman koruyan biri olarak Kemal Bey'i seve seve evinde konuk etmişti. Fakat bir süre sonra Azra Hanım'ın evi de işgalciler tarafından basıldığında, alt sokağa çıkan gizli bir geçitten kaçmayı başarmışlardı. Mehpare ise her daim Kemal'inden ayrılmamış yanında olmuştu.
Kemal kendini iyi hissetmeye başladığında dayısının karşısına çıkıp Mehpare ile evlenmek istediğini söylemişti. Bu arada Mehpare'de hamileydi. Mehpare ile evlendikten sonra Anadolu'da işgalcilere karşı direnen milli direnişçilerin yanında yer almak üzere konaktan ayrılmıştı.
İstanbul'da bütün bu olaylar olurken, Anadolu'da da bunlara direnen geçici bir hükümet ve ordu vardı. Bu düzenli orduyu kurma görevi de Mustafa Kemal'e verilmişti. Kemal'in Anadolu'ya geçtikten bir süre sonra öldüğü haberi gelmişti. Bu haberle Mehpare yıkılmış ve erken doğum yapmıştı.
Kemal Anadolu'ya geçtiğinde Azra Hanım'ın konağına da işgalci güçlerin el koyması ile Azra Hanım'da Anadolu'ya geçmiş ve orada Fransız bir subaya aşık olduğu halde vatanını işgale gelmiş bir insanla evlenme cesaretini gösteremeyip aşkını kalbine gömmüştü.
Bütün bu gelişmelerin ardından Anadolu'dan da güzel haberler gelmeye başlamış, Mustafa Kemal'in önderliğindeki ordu düşman askerlerini geri püskürtmeye başlamışlardı. Hal böyle olunca İstanbul'da son Osmanlı Padişahı Vahdettin'de ülkeyi terk etme eylemleri içindeydi.
Türk ordusu büyük zafer kazanmış ve ülkeyi düşman askerlerinden kurtarmıştı. Milli ordunun yanında olmayanlarda vatan haini ilan ediliyor ve idamları isteniyordu. Ahmet Reşat Bey'de vatan haini olmamasına rağmen milli orduya gizli yardımları olduğu halde vatan haini olma durumundan kurtulamıyor ve bu duruma katlanamıyordu. Ahmet Reşat Bey'de vatanı terketmesi gerektiğini ailesine anlattı. Daha sonra vatan haini olmadığı ispatlandığında geri dönmeyi planlıyordu. Bu durumu yakın dostu Doktor Mahir Bey'e de anlatıp ailesine göz kulak olmasını isteyecekti. Doktor Mahir Bey'de seve seve kabul etti. Ayrıca Reşat Bey'in büyük kızı Leman'a da aşık olduğu için bu durumu fırsat bilip kızları Leman'la evlenmek istediğini de belirtti. Ahmet Reşat Bey'de bu duruma sevindi. Böyle bir durumun daha isabetli olacağını düşündü. Acele düğün hazırlıkları yapıldı ve akşamına Mahir Bey'le kızını evlendirdikten sonra diğer kader arkadaşlarıyla birlikte İstanbul'dan ayrılacağı vapura binmek üzere sabah erkenden konaktan ayrıldı. Kendisini kimsenin uğurlamasına müsaade etmedi.
Ülkeden ayrıldıktan bir süre sonra evine mektup yazarak iyi olduğu haberlerini verdi. Konakta ise Leman'ın kızı Ayşe KULİN'in annesi Sitare doğmuştu.

Kitap burada bitiyor ve bundan sonrası Umut'ta anlatılıyor. Ülkenin işgal altında olduğu zorlu günleri ve bu süreçte kahraman Türk halkının çetin direnişleri ile ülkenin düşman işgalinden kurtuluşunu ve bu olaylar üzerinden Ayşe KULİN'in büyük büyük atalarınında geçirdiği zorlu günleri çok güzel sürükleyici bir şekilde anlatılması ile kendinizi olaylara kaptırarak keyifle ve hüzünle okuyorsunuz. Romanı oldukça kısa tutmaya çalıştım ama buna rağmen yine de uzun bir post olacağı için diğer romanlarını da başka postlarda anlatmaya çalışacağım. Aslında amacım  bu postun içinde hepsini anlatmaktı.
Bundan sonraki sırada UMUT var.....

24 Şubat 2011 Perşembe

Gökyüzünün Güzelliklerine Dair

Bu fotoğraflar eşimin geçen yıl ki Finlandiya gezilerine giderken yolculuk esnasında çekmiş olduğu resimler. Hard diskimizi düzenlerken bu resimleri tekrar görünce bloğumda da paylaşayım dedim.
Aslında eşim çocukluğundan beri albüm düzenlemeye ve fotoğraf çekmeye meraklıdır. Bende daha sonra oluştu bu merak. O da kameralı cep telefonları çıktıktan sonra. Cep telefonları hem konuşmak için, hem de fotoğraf çekmek için olunca her anı, her şeyi ben de çeker oldum. Ama gerçekten güzel bir olay. Mesela okul yıllarında, ilk iş hayatımda ve bankadaki günlerime ait rersimlerim hiç yok. Aslında fotoğraf makinam da vardı ama taşımayı sevmiyordum. Başkaları çektiğinde de istemek aklımıza gelmiyor veya istemeye çekiniyorduk. Çünkü o zamanlar tab ettirilmesi koşulu ile sahip olunuyordu resimlere.Oysa şimdi e-postama atsana diyebiliyorsun.Teknolojinin en güzel yanı da bu olsa gerek.

Neyse konumuza geri döneyim. Konumuz gökyüzünün güzellikleriydi. Yıllar önce yalnız yolculuk yaptığım zamanlarda otobüsün camından gökyüzüne bakıp bulutları bulut tarlalarına ve bazı şekillere benzetir, hayal kurardım. O güzellik bana öyle huzur verirdi ki, kendimi o bulutların içinde hayal ederdim.Uzun bir süre öylece vakit geçer, yolculuğum keyifli bir hal alırdı.

Az önce resimleri tekrar görünce o günler aklıma geldi. Yukarıdaki resim mesela bembeyaz düz bir ovayı andırıyor. Güneş batmak üzereyken çekilmiş bir resim ama.O yüzden biraz kızıla da dönmüş bir ovaya benziyor.


Yine bulutların üzerinden güneşin batışı.Muhteşem bir görüntü. Düz bir tarlayı andırıyor.
Uçağın camına güneş ışınlarının yansıması.

Hem gece yolculuğu, hem de gündüz yolculuğu esnasında çekildiği için resimlerde gökyüzünün hem gece,hem de gündüz görüntüsü.
Bir ara da eşimin çektiği resimler ile Finlandiya hakkında da bir yazı yazmaya çalışacağım.Dediğim gibi geçen yıla ait bir geziden.Ama benim bugün aklıma geldi yazmak. Resmi bir iş gezisi olduğu için bu tür gezilere biz maalesef iştirak edemiyoruz. Aslında bu tür güzellikleri gözümle görmeyi de çok isterdim. İşim gereği bu zaten mümkün değil şimdilik ama ileri de zaman ne gösterir bilemeyiz tabii ki.Her şey nasip kısmet. Ancak kendi imkanlarımızla her yeri gezmek de mümkün değil.Bazı gezi planlarımız var ancak onuda sürekli erteliyoruz. Bu yaz sonunda eşimin bir proje kapsamında yine yurt dışı seyahatleri var.
Konuyu yine dağıttım.Oysa sadece gökyüzünün güzelliklerini yansıtacaktım. Neyse bundan sonrasını resimlere bırakıyorum. Aslında hala yoğun geçiyor günlerim.Anlatacak ve okuduğum kitaplardan bahsedecek olmam gerekiyor ama sınava hazırlanacağım. Belki o yüzden de buraya yoğunlaşamıyorum. O nedenle kitap okumaya da ara vereceğim birkaç aylığına.Yani dinlenmek amaçlı okuyacağım ancak. Okuduğum kitap yorumlarımı da kısmet olursa ileride yazarım.Neyse İnşaallah emeklerimiz boşa çıkmaz.
Herşey gönlünüzce olsun.Sağlık ve esenlikler diliyorum.

17 Şubat 2011 Perşembe

Mavi Boncuk Kolyem...

Bugün öğlen tatilinde Kızılay'a gittim ancak fazla vakit bulamadığım için takı malzemeleri satan başka yerlere bakma fırsatım olmadı. Öyle özlemişiz ki, öğlen tatili maalesef yeterli gelmedi gezmeye. Aslında ya hafta sonu ya da izinli olduğumuz bir gün gidip bol bol rahatça gezmek en güzeli. Bugünlerde havalar da günlük güneşlik. Böyle bir havada da  iyi ki gitmişim dedim ama keşke daha fazla gezip, ihtiyaçlarımı karşılayabilecek vakit bulabilseydim çok daha iyi olacaktı. Daha öncesinde de belirttiğim gibi çok detaylı gezemediğim için alışveriş konusunda tecrübeli değilim. Kursa giden arkadaşlarımdan biliyorum. Kurs öğretmenleri neyi nereden alacaklarına kadar da bilgilendiriyorlarmış arkadaşları. Ama benim arkadaşlarımdan takı yapan yok aralarında. Farklı kurslara katılıyorlar. (Ahşap, seramik, dikiş, vitray vs... ) Bende takı yapımını internet üzerinden ve kendim hazır aldığım bazı modellerden inceleyerek öğrendim. O nedenle amatörce çalışmalar benim yaptıklarım da.

Yukarıda ki kolyem de bunlardan bir tanesi. Elimdekileri değerlendirmek adına elimde bulunan iri köşeli boncuk ve kum boncuklardan yaptığım bir kolye. Bu kolyemdeki boncukları misinaya dizdim ve ve uç kısmına büyük bir cam boncuk takıp, en uç kısımlarını da bitle sıkıştırıp yaptığım, yapımı çok kolay bir kolyedir. Yalnız herşey de olduğu gibi bu da sabır isteyen bir uğraş. Dizim işi biraz zaman alıyor. Benim yine en sevdiğim çalışmalarımdan biridir bu kolyemde. Aslında bol bol malzemeye sahip olsam kafamda oluşturduğum o kadar çok tasarım var ki. İşte çalışıyor olduğum için hafta içi vakit bulamıyorum. Hafta sonu da yine başka önemli uğraşlardan dolayı çıkamıyorum. Tabii buna işyerimizin ve evimizin merkeze uzak olmasının etkisi çok büyük. Neyse sağlık olsun diyorum. Bende olduğu kadarıyla yapıyorum....

15 Şubat 2011 Salı

Yeşim Kolyem ve ve....

Uzun zamandır el emeği çalışmalarına vakit bulamıyorum. Ancak el attığım çalışmalardan da bir süre sonra sıkılıyorum. Fakat takı tasarımı asla bıkmayacağım uğraşlardan sanıyorum. Ancak onunda maliyeti çok yüksek oluyor benim çalışmalarımda. Kızılay'da ben bir tek yerde bu tür malzemeler satılan yer biliyorum. Satın aldığım yerdekiler her ne kadar güleryüz gösterseler de  güven vermiyorlar. Tabiri caizse resmen kazıklandığımı düşünüyorum ama taa oralara kadar gitmişken de elim boş çıkamadığım için göz göre göre razı geliyorum bu duruma. Asla pazarlık yapmayı da beceremiyorum. Bu durumda şikayetçi olmamam da gerekiyor haliyle aslında. Yaa!.. alt tarafı aldığım aparatlar, malzemeler döküm. Değerli taşlardan birkaç çeşit daha önceki yıllarda almıştım zaten. Aldığım malzemeler tamamen ara aparatlar ve takı malzemeleri. (klips, bit, çivi,zincir vs...) Gümüş değil, altın değil. Takı tasarlamayı çok ama çok sevmeme rağmen alım işlerinde tecrübe sahibi olamadığım için sürekli yapamıyorum haliyle. Ulus'ta ucuz olduğunu söylüyorlar ama oraya da gidemiyorum. Bana çok ters ulaşım açısından...

Neyse, geçen yıl Kız Olgunlaştırma Enstitüsündeki kurslardan birine yazılmak için arkadaşlarımla karar almıştık. Bu yıl arkadaşlarımla gittik. Bilgi aldık. Cumartesi sabah 9' dan akşam 4' e kadar vakit ayırmak gerekiyormuş. Ben taşınmamış olsaydım metro ile ulaşım rahat olacaktı ve daha yakındı mesafe ama şimdi çok uzaktayım, hem de metro gibi rahat ulaşım aracı yok. Arabayla bile gitsem sonuçta o trafik bezdirirdi beni. Göze alamadığım için kayıt olmadım. Eşimde zaten bir hafta sonumuz var onu da kurslarda mı geçireceksin dedi. O da pek istekli değildi. Ama dediğim gibi göze almış olsam bir şekilde ikna ederdim eşimi.  Neyse Kız Olgunlaştırma Enstitüsüne her türlü kurs için müracaat edilebiliyor.Takı tasarımdan, yemek kursuna, biçki dikişten, seramik, vitray vs...her alanda kurs açılıyor.Yalnız müracaatlar Ağustos ayında başlıyor. Arkadaşlarım dikiş kursuna müracaat ettiler. Çok da güzel geçiyormuş. Bayağı birşeyler öğrenmişler. Beni kaç kez davette ettiler kursa ama hala gidemedim. İnşaallah birgün gitmek istiyorum. Ben şayet takı tasarımına gitseydim, hem alım işinde bilgi sahibi olacaktım, hemde bilmediğim birçok teknikler de öğrenecektim. Boncuk ve tel örgü tekniklerini öğrenmek isterdim doğrusu.

Yukarıdaki resimde yine yeşim taşından arkadaşım için yaptığım bir kolye. Tarzım aynı gibi diğer yaptıklarımla ama ufak değişikliklerle ve elimde bulunan malzemelerle ancak bu kadarını yapabildim. Çok çok önceki zamanlarda birkaç çeşit daha yaptığım kolyeler de var. Onların modelleri farklı bunlardan. Daha sonraki zamanlarda onlara da yer vermeye çalışacağım. Bu değerli taşların özelliklerinden de yeri geldikçe bahsediyordum.Yeşim taşının özelliği de daha önceki bu yazımda...

21 Ocak 2011 Cuma

Gökkuşağını Sevmeyen var mı?...

Doğa olaylarını her zaman sevmişimdir. Özellikle Gökkuşağını gördüğüm zaman çocuklar gibi sevinirim. Çok kimse yağmurda ıslanmak istemez ama ben asla şemsiye taşımayı sevmem. Yağmurlu havada yürümek ve ıslanmak çok hoşuma gider. Kar yağdığında kartopu oynamaya, kardan adam yapmaya, hele hele kaymaya bayılırım.Yalnız buzlanma nedeni ile zorunlu yürüme durumlarında başımıza gelebilecek olan kayma durumları bunların dışında tabii ki..:)) Kastettiğim keyfi kayak olayı.
Böyle durumlarda  elimizden geldiğince bu güzelliklerin tadını çıkarmaya çalışırız. Eşimde benim bu konudaki mutluluğumu ve heyecanımı bildiği için tesadüfen tanık olduğu bu muhteşem gökkuşağının resimlerini çekmiş benim için...canım benim...
Ankara'da karasal iklim hakim olduğu için burada daha çok kışı yaşıyoruz. Çok kısa süre sıcaklar oluyor. Hatta yazın ortasında bile sağanak yağmura tanık oluyoruz çok zaman. Bu yaz da yine sağanak bir yağmurda dışarıda idik. Ben, bir mağazadan alışveriş yapacaktım ve eşim çocuklarla birlikte arabada kaldılar. Bende mağazaya girdim. Ben çıkana kadar inanılmaz yağmur başlamıştı ve iri iri dolular yağıyordu. Hatta haber konusu da olmuştu.O doludan birçok arabaların camları da kırılmıştı. Mağazadan dışarı çıktığımda doluların iriliğini görünce olduğum yerde kaldım, kafamı kıracağı düşüncesi ile.Yağmur olsa kesinlikle aldırmazdım, çünkü dediğim gibi ıslanmayı seviyorum... Herkes hayret etmişti. Daha önce o büyüklükte doluya rastladığımı ben hatırlamıyorum. Epey bir dolunun kesilmesini bekledim. Kesildikten sonra koşarak otoparkta beni bekleyen ailemin yanına döndüm ve ben arabaya biner binmez tekrar dolu yağmaya başladı. "Tam zamanında gelmişim" dedim. Camlara öyle sert  iniyordu ki...
Gökkuşağı resimleri ile doğa olaylarına ait yakın tarihli  bir anımda canlanmış oldu. (Bu yaza ait) Bu yaz bardaktan boşanırcasına yağan sağanak yağmurlara birkaç kez tanık olduk. Arabanın silecekleri yağmurun hızına yetişemiyordu... Maşaallah!.. Önceki yıllarda Ankara'ya bol bol yağmur yağdı. Ama eskisi gibi kış kışlığını artık fazla göstermiyor. Bir kez kar yağdı. O da belirli bölgelere ve iki günde de eridi. İnşaallah!.. yine yağmasını umut ediyorum. Eskiden en az üç kez yağardı kar.
Umarım herkesin hayatı bu gökkuşağı kadar renkli olur...Bu güzel kareleri de burada paylaşmak istedim ve  ayrıca benim için bunları çeken sevgili eşime de teşekkür ediyorum. Her ne kadar yoğunluğundan dolayı beni okumaya pek fırsatı ve bu teşekkürümden dolayı haberi olmasa da....:))))

18 Ocak 2011 Salı

Bu Hayat Hepimizin

Şimdi de İpek ONGUN'un gençlik serisi olan "Bu Hayat Sizin" adlı kitabından bahsetmek istiyorum. Kitabın adını ben çok sevdim. Gerçekten herkesin tek bir hayatı var ve asla geriye dönülüp tekrar yaşanmayacak bir hayat. O yüzden hayatımızı en iyi şekilde yaşamak ve etrafımızdakilere ve yakınlarımıza da bunu yaşatmak lazım. Güzel ve doğru bir hayat herkesin hakkı. Tabii herkesin de bunun farkında olması çok önemli. Farkında olanlara ne mutlu. Olmayanlarında bu tarz kitaplar okuması ve kendisini geliştirmesi gerektiğine inanıyorum. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp demiş atalarımız. Kişisel gelişim adına bu tür kitaplar okumak gerçekten içimizde var olan duygu ve düşünceleri açığa vurmamıza, kendi benliğimizin ve birçok şeyin  farkındalığına varmamıza yardımcı oluyor. O nedenle ben her okuduğumda kendimi daha iyi hissediyor ve daha öğrenmem gereken çok şey olduğuna, öğrendiklerimi de hayatıma uyarlamaya çalışıyorum.

Bu kitapta gençlere yazılmış bir kitap, ancak herkesin okuyabileceği, gençliğimizin ve gençlerimizin kıymetini daha iyi anlamamızı sağlayacak, onların dünyasına onların gözüyle bakmamızı sağlayacak bir kitap.

İnsanı eğiten, iyiye, doğruya yönlendiren, hayata bakış açısını değiştiren, hayata daha güvenle ve olumlu bakmayı, zorluklarla nasıl başa çıkmayı öğreten, gençliğe hitap etse de, kişisel gelişim adına yetişkinlerinde rahatlıkla okuyacağı bir kitap.

Kişinin birçok şeyi farketmesine yardımcı oluyor. En başta kişi yaşama amacını öğreniyor bu kitapta. Aile ile çocuk arasındaki iletişimin önemini, insan ilişkilerinde karşılaşılan doğrular ve yanlışları, arkadaş ve dost seçiminde nelere dikkat edilmesi gerektiğini, çevreye bakış açısını, duygu ve düşüncelerin dışa vurumunda insanı etkileyen ve etkilemesi gereken durumların farkında olunmasını sağlayan bir kitap.

Gençler ile ailelerin arasındaki sorunlarda ortak yolu bulup, her iki tarafında birbirini anlamasına yardımcı olacak, her iki tarafa da ışık tutacak bir kitap.

Hayatta önemsenmeyen, değer verilmeyen birçok şeylerden mutluluk paydesi çıkarılmasını sağlayan ve gençliğin hayata daha olumlu bir pencereden bakış açısı yakalamalarına vesile olacak bir kitap.

Ben gençlere hayat adına çok şeyler katacağına, hayata bakış açılarına yön vereceğine, aydınlatacağına inanıyorum. Gençlerin hayatta neyi yapması, neyi yapmaması gerektiği; nelerin doğru olduğu, nelerin olmadığı konusunda da bilgilendiriyor. Kısaca gençlere gelecek hayatında kişilik ve özgüven adına çok şeyler öğreteceğine, geleceğine yön vereceğine inanıyorum. Bu tarz kitaplarda yazılanların ne kadarını çocuklarımıza nasihat olarak verebiliriz veya davranışlarımızla gösterebiliriz ki. Okumanın hafızalarımızda daha etkili olduğunu düşünerek, ancak bu tarz kitapları okumakla hayat okulunda öğrendiklerini ve öğreneceklerini pekiştirerek kendi yaşamına uyarlamasının daha kalıcı ve etkileyici olacağını düşünüyorum.

Kitabı ben çok beğendim. Kitap gerçekten akıcı, içten ve derinden derine verilen öğütlerle oldukça da etkileyici. Bu anlamda amacına gerçekten de yönelik hazırlanmış bir eser. Ayrıca genel kültür adına önemli insanların özlü sözleriyle de zenginleştirilmiş ve altı çizilecek satırlarla dolu dolu bir kitap. Herkesin, özellikle de gençlerin okumasını tavsiye ediyorum.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Göze Limon Damlatmak

Daha önce göze limon damlatılmasının sakıncası olup olmayacağı konusundaki tereddütlerimden bahsetmiştim. İnternetdeki araştırmalarımın çoğunluğu limonun asit içerdiği için göze zarar vereceği yönünde idi. Tek tük sakınca olmayacağına dair yazılara da rastlamıştım.Hal böyle olunca tereddüte düşüp, bu nedenle sizlerden gelen yorumlarla bu merakımı gidermek de istiyordum. Sonrasında ise sizlerden gelen yorumlarla birlikte benim gibi merak eden arkadaşlar da oldu.Yazımın sonunda en doğrusunun zaten ilk fırsatta doktoruma danışmak olduğunu da belirtmiştim. Limon gerçekten günlerce gözümde oluşan rahatsızlıkları yok ediyordu ama sanıyorum doktorların genel görüşü de limonun asitli olmasından dolayı göze zarar vereceği idi. Bende Cuma günü öğleden sonra doktora kontrole gittiğimde sordum ve yüzüme hayretle bakıp, kesinlikle doğru olmayacağını ve aynen oda asit içerdiği için göze zarar vereceğini söyledi. Bana tavsiyesi ise gözümü her zaman düzenli olarak (nasıl dişini düzenli fırçalıyorsan bunu da öyle dedi) bebek şampuanı ile yıkamam gerektiğini,yukarıdan aşağıya 10 kez masaj, aşağıdan yukarıya da 10 kez masaj yapmamı söyledi ve bir damla verdi. Ayrıca bilgisayar kullanmadan önce, alışverişmerkezleri gibi kapalı ortamlara girmeden önce, kuru ortamlarda gözüme refresh (Gözyaşı damlası) damlatmamın gözümü rahatlatacağını ve hiçbir sakıncasının olmadığını söyledi.

Oysa  yazıma oldukça ilginç yorumlarda gelmişti. Özellikle Ayfer Sultan   ın bu yazıma bıraktığı yorumda da görüldüğü üzere;
sa.Mehtapcığım hayat meşgalesi oluyor zaman,zaman uğruyamıyoruz,limon ile yazını görünce tecrübelerimden çocuklar küçükken yani bebekken hergün yıkadıktan sonra gözlerine limon sıkardım sanırım 40 günlük oluncaya kadar daha sonraları haftada sıkmaya başladım şükürler olsun hiç bir sorun yok bende zaman,zaman sıkarım dinlendiriyor çocuklarım evlendiler bana limondan dolayı gözlük kullanmıyoruz diyorlar,yinede haftada birgün banyo sonrası göze sıkmak iyi gelir veya 15 günde bir göz pınarına damlatıp göz hareketi ile her tarafa yayılmış olur geçmiş olsun...A.E.O

Ama doktorlar kesinlikle sıcak bakmayınca insan yine de cesaret edemiyor.Sevgili Ayfer Sultan 40 günlük bebekler limonun yakmasına nasıl dayanıyorlardı acaba. Aslında miyobu da düşürmesi açısından her türlü acısına da katlanılırdı ama dediğim gibi kaş yapayım derken göz çıkarmak istemediğim için ben bundan sonra deneyemeyeceğim.

Yine de göz doktoruna gittiğinizde sizlerde sorun isterseniz.

Sizin doktorunuz bakalım nasıl karşılayacak. Daha başka yorumlarda bir televizyon programında bir doktorun da limonun göze faydalı olduğundan bahsettiğini bunun üzerine yorumu yapan arkadaşımızın anne ve babasının gözlük kullandıkları için denediklerini yazmıştı. Şimdiye kadar birkaç kez denemiş biri olarak bende acaba diyorum ama doktor tavisyesine de uyacağım haliyle. Sağlık ve esenlik dileklerimle.

13 Ocak 2011 Perşembe

Başkanımızın Jesti...

Yine neredeyse zaman aşımına uğrayacak bir post daha girmek istiyorum.
Kısa ve öz...
Bu hafta başı Daire Başkanımız Atila Bey emekliliğe ayrıldı. Ayrılmadan önceki Cuma öğleden sonra veda konuşması yaptı. Çok güzel nasihatlar verdi bizlere. Keşke herşey başkanımızın söylediği doğrultuda olsa. Bazen insan ne kadar çaba ve azim gösterirse göstersin maalesef herşey olması gerektiği gibi olmuyor. Bunun detaylarına girecek değilim. Ayrıca Kurumumuzda bulunduğu süre içindeki genel gözlemlerini de dile getirdi. Kendi adıma bende bütün bunların farkındayım ama maalesef elden birşey gelmiyor. Daha önceki toplumsal yazılarımda da belirttiğim gibi bir benle olmayan şeyler. Bizle olması gereken şeyler. Toplum her yeri kapsıyor. Neyse Türk milleti olarak eksikliklerimizin farkında olabilmeyi diliyorum sadece...Başkanımızla o gün vedalaşıp, emekliliğinde ve bundan sonraki hayatında sağlık ve mutluluk temennilerimizle uğurladık kendisini.
Kendisi çok iyi, çok nazik bir insandı. Mesela dünya kadınlar gününde eşine mutlaka bir buket çiçek götürmek üzere aldığında bize de alırdı. Bu masamdaki Atatürk çiçeği de Başkanımızın 2011 yeni yıl hediyesi. Yılbaşı günü yeni yılımı kutlayarak, çiçeğimi vermiş, güzel temennilerde bulunup, yüzümü güldürmüştü. Ayrıca benimle birlikte kendisine bağlı olarak çalışan bütün bayan arkadaşlarımıza da aynı jesti yapmıştı.

Bende kendilerine bundan sonraki yaşamında ailesi, çocukları ve torunlarıyla birlikte sağlıklı, hayırlı, mutlu bir yaşam diliyorum....

10 Ocak 2011 Pazartesi

Av Mevsimi ve Kitaplarım hk.

"Av Mevsimi" filmine gecikmeli de olsa, yeni sezon filmleri gösterime girerken, vizyondan kalkmadan, bu hafta sonu arkadaşlarımızla birlikte gidebildik. Aslında bir süre sonra televizyonda da gösteriliyor ama televizyonda hem izlemek için fırsat olmuyor, hem de izlemeye kalkışsanız bile durmadan reklam ile insanın izleme şevkini de kırıyorlar.

Bundan önce de en son gittiğimiz film "Newyork'ta Beş Minare" idi. "Av Mevsimi" bana sıradan bir film tadında geldi. Çok eleştiri almasına rağmen ben "Newyork'ta Beş Minare' yi daha çok beğendim. Gerçekten film için çok emek ve para harcanmış. Çok kaliteli ve Türk sineması için büyük bir gelişme idi bana göre.

Neyse "Av Mevsimi" bana sıradan filmlerden farksız geldi demiştim. Film için olumsuz şeyler söylemek istemiyorum. Çünkü emek verilip yapılmış sonuçta, saygı duyuyorum. Sadece benim için sıradan olduğunu belirtmek istedim. Özellikle şunun  altını çizmek isterim burada. Filmi bana sıradan kılan etkenin, yakın zamanda Ahmet ÜMİT'in "Kavim" adlı kitabını okumam olduğunu düşünüyorum. Film "Kavim" adlı kitapla aynı formatta idi. Sadece olayın konusu farklıydı ve daha basitti. Filmin sonunu kısa bir süre içinde çözebildik. Oysa Kavim'de olaylar farklı farklı boyutlara kayıyor ve okuyucuyu bile şaşırtıyordu. Kitap başından sonuna kadar gizemini korumaya devam ediyordu. Ayrıca öyle sürükleyiciydi ki, okurken film izliyormuş gibi olayları ve kahramanları gözümde canlandırabiliyordum. İkisi de polisiye, ikisi de maceralı;  Her ikisinde de emekliliği gelmiş, tecrübeli ve yıllarını bu işe vermiş komiser ve yardımcılarının bir cinayetin izini sürmeleri ve bu süreçte yaşanan olaylar zinciri. O nedenle izlemesem de olurmuş dediğim bir film. Ama "Kavim" i iyi ki okumuşum diyorum. Çok keyif alarak okudum çünkü. Tabii genelde filme konu olan eserler izlendiğinde, okunduğu tadı vermiyor çok zaman. O nedenle "Kavim" i film olarak izlesem düşüncem ne olurdu bilemiyorum. Kitaptaki kadar keyif almazdım belki de...