30 Aralık 2010 Perşembe

"Küçük Sırlar"

Daha önceki postlarımda televizyon bağımlısı olmadığımızdan ve dizi takip etmediğimizden bahsetmiştim. Ayrıca görsel medyanın hiç de eğitici yanlarını göremediğimden, çocuklarımıza ve gençlerimize kötü örnek olduğuna inanarak burada RTÜK' e hitaben yazı da yazmıştım.Son yıllarda RTÜK bu konularla ilgilenmiyor sanıyorum. Neyse RTÜK'ün alanına girecek konuları daha sonra araştırıp yazmak istiyorum.
Benim asıl konum bu sefer "Küçük Sırlar" dizisi. Benim kızım 11 yaşında ve bu diziyi çok seviyor. İzin vermiyorum izlemesine. Ancak fırsat bulduğu anda televizyondan ve internet üzerinden izlemediği bölümlere bakıyor. Yine internet üzerinden fotoğraflarını renkli çıktılar alıp, kendince hazırladığı magazin dergilerine yapıştırıyor. Çalışma masasına asıyor. Kızım Sinem KOBAL hayranı ve "anneciğim Sinem KOBAL için izlemek istiyorum bu filmi" diyor. Kızım ve onun yaş grubundaki arkadaşlarının hepsinde de bu beğeni ve hayranlığı görebiliyorum.O nedenle bu diziyi ve baş oyuncusu Sinem KOBAL'ı eleştiriyorum. Sevgili Sinem KOBAL keşke seviyeli, eğitici filmlerde rol alsa da, bu yaştaki çocuklara ve gençlere daha güzel, daha iyi örnek olabilse...
 
Bu hafta başı (27.12.2010) tesadüfen izlediğim bölümünde (iyi ki  izlemişim) inanılmaz ahlak dışı konulara tanık oldum. Eşim irem'e ders çalıştırıyordu. Ben de "hem televizyon izleyeyim, hem de küçük kızımı oyalayayım" dedim. Ablasını ders çalışırken rahatsız etmesin diye. Zaten tesadüfen televizyonun yanından geçerken bile göz ucu ile baktığınızda dizi hakkında fikir sahibi oluyorsunuz. İrem'e de o yüzden yasak getirmiştim zaten. Neyse bu son izlediğim bölümünde baştan sona ahlaksızlık diz boyuydu. Eminim önceki bölümler de böyle.
-Dizi de anne ve babaların evlilik dışı ilişkileri
-Bunun yanında çocukların da evlilik dışı ilişkileri
-Yine evlilik dışı çocuk sahibi olma
-Entrikalar,yalanlar
-Eşcinsellik
-Çocuk yaştaki genç kızın kendinden geçecek derece alkol tüketimi
-Sorumsuzluk
-Aile kavramın hiçe sayılması
-Şatafatlı bir hayat vs.....vs...
Bu dizideki gençler sözüm ona öğrenciydi galiba. Okul ve eğitim adına hiçbir şey göremedim ben. Çocuklarımıza yararından çok zararına inanıyorum. Amaç dizide ki karakterlere ve onların davranış ve yaşayış biçimlerine özendirici özelliğe sahip bence. Ben kızıma izletmiyorum ve nedenlerini de anlatıp, zaman kaybı olduğunu söylüyorum. Beni anlayışla karşılıyor. Tepki vermiyor ancak benim olmadığım yerde de ilk fırsatta izlemeye çalışıyor.
Peki bizde durum böyle. Acaba başka anne babalar bunun farkında mı acaba? Çok izleniyor, bol reyting alıyor ki uzun zamandır ekranlarda bu dizi. Bir de bu benim farkında olduğum dizilerden sadece bir tanesi. Acaba diğer dizilerde durum nedir? Mesela son zamanlarda bir yerlerde tesadüfen okuyorum veya duyuyorum. Fatmagül'ün suçu ne deniliyor.Artık bu slogan olmuş gibi. O diziler nasıl acaba? Aileler çocukları ile birlikte bu dizileri izliyorlar mı? Daha önceki bu,  bu , bu yazılarımda endişelerimden bahsetmiştim.

Ben ne kadar çocuğuma engel olursam olayım, toplum olarak bazı şeylerin üstüne düşmezsek, önemsemezsek çocuklarımız o toplumdan, o çevreden zarar görebilirler. Son zamanlarda benim çocuklarımdan birkaç yaş büyük arkadaşlarımın çocukları ile ilgili sıkıntı ve yakınmalarını dinlediğim zaman endişelerim gerçekten artıyor. "Demokratik, özgür, özgüvenli...vs. çocuklar, gençler yetiştirelim" derken, ahlaksız, saygısız, bencil, asi,sağlıksız, duyarsız, sevgisiz, tembel, miskin, tüketen vs....vs...çocuklar, gençler yetişiyor gibi me geliyor. Toplum olarak üzerimize düşen gerçekten ama gerçekten duyarlı olmalıyız. "Ben" diye hareket edersek zarar gören yine kendimiz oluruz. "Biz" demeliyiz. Hepimiz üzerimize düşeni yapmalıyız. Kendi keyfimiz için (bu dizi keyfi de olabilir) çocukları heba etmemeli; kendine, çevresine, topluma yararlı ve duyarlı nesiller yetiştirmeliyiz. Biz çocuklarımıza en iyi şekilde örnek olmalıyız. Bu bir tek benimle olmuyor. Bizle birlikte olmalı ki, toplum da iyiye doğru gitmeli. Çok mu zor bu? Bence değil. Aksine kolay. Biraz ilgi ve çocuklarımıza güzel model olmak. Çünkü çocuklar bizden gördüklerini dışarı yansıtıyorlar ve bu diğer çocuklara ve gençlere de kötü örnek teşkil ediyor. Lütfen bu konuda üzerimize düşeni seve seve yapalım.Bu çocuklar bizim yarınlarımız. Onlara güzel bir gelecek ve insanların insanca yaşadığı bir hayat sunalım...

Bu arada herkesin yeni yılını da kutluyor; sağlıklı, hayırlı, huzurlu, mutlu, sevgi dolu nice nice seneler diliyorum...Herşey gönlünüzce olsun!...

17 Aralık 2010 Cuma

Kar Manzarası

Geçen hafta Ankara'ya böyle kar yağdı. (12.12.2010) Daha doğrusu bölge bölge Ankara'da mevsim farklılıklar gösterebiliyor. Bizim oturduğumuz semtte kar yağışının ertesi günü buzlanma, ve trafikte zorluklar yaşandığında Annemlerin oturduğu yerde ise hiç kar yokmuş. Cumartesi annemler bizdeydi ve akşam ısrarlarımıza rağmen kalmadılar. Mahsur kalmaktan korktular ve o gün akşam eve dönmek için çıktıklarında arabayı otoparktan zor çıkarmışlar eşimle. Ancak kendi semtlerine vardıklarında, "annem biz geldik diye aradı ve burada hiç kar yok" dedi. İnanılır gibi değildi. Karlı havaları çok seviyorum ama evde olduğunuzda keyfi oluyor.Çalışıyorsanız çalışan insan için bayağı zorluklar yaşanıyor. Yine de kışın karın güzelliğini yaşamakta insana keyif veriyor.

Ertesi sabah kalktığımda ve pencereden baktığımda böyle bir manzara ile karşılaştım. Her yer kar olmuştu ve hala da yağmaya devam ediyordu. Bende böylesine güzel bir manzarayı hemen fotoğraflamak istedim. Ayrıca böyle bir günde evde olmak beni gerçekten mutlu etti. Bu güzelliği çocuklarım görünce onlarda mutlulukla karşıladılar ve kahvaltıdan sonra dışarı çıkıp karda oynamak istediler ve tabii bu arzularına da nail oldular. Daha iki hafta öncesine kadar Ankara'da manto,palto, kalın kazaklar giyemiyorduk. Resmen yazdan kalma sıcaklar vardı ve ani bir değişim oldu havalarda. Bakalım daha ne kadar şaşırtacak bu havalar bizi...

9 Aralık 2010 Perşembe

Limonlu Gözlere Dair.

Daha önce bu yazımda gözlerimdeki hassasiyetten bahsetmiştim. Çok sevmeme rağmen gözlerime makyaj yapamıyorum. Hemen kızarıyor, yanıyor, kaşınıyor, sulanıyor. O nedenle mümkün olduğunca hiç makyaj yapmamaya çalışıyorum. Ama özel gecelerde makyajsız da olmuyor tabii ki.

Yakın zamanda, ben lise yıllarındayken kuzenimle arada gözümüze limon sıktığımız aklıma gelmişti. Kuzenim gözlük kullanıyordu ve gözleri ileri bir numara idi. "Hem gözü güzelleştiriyor, parlatıyor, hem de miyop gözün numarasını düşürüyor" demişti kuzenim. Benim gözlerim ise zaten parlaktı, sanki ihtiyacım varmış gibi.O nedenle zaman zaman gözlerimize limon suyu damlatırdık.Gözü inanılmaz yakıyordu. Dayanılacak bir yanma değildi, resmen kıvranıyorduk. Ama güzellik uğruna yapmaktı benimkisi. Kuzenim ise hem gözlüğünden kurtulmak için, hem de daha güzel gözlere sahip olmak içindi onun yaptığı da.

Son zamanlarda ben bu yöntemi bir iki defa daha denedim. Lise yıllarımdan sonra ilk defa yakın zamanda yani. Birinci denemem özel bir gecemiz vardı. (Öğretmenler gününde). Makyajımı yaptım. Üstelik makyaj malzemelerimi yeni de almıştım ve bayağı da pahalı ürünlerdi. Daha sonra  internetten başka ürünlerle karşılaştırınca "ne kadar pahalı almışım" dedim. Gözümün hassasiyetini bildiğim için kaliteli olsun istedim ama yine de değişen birşey olmadı ve gözlerim kızarmaya, yanmaya, sulanmaya başladı, makyaj sonrası. Ben de "ne yapabilirim, ne yapabilirim" diye düşününce bu limon suyu aklıma geldi ve birer damla gözüme damlattım. İlk önce inanılmaz kanlandı, yandı, sulandı ve o etkiler azalınca da gözlerimdeki hem rahatsızlık, kızarıklık gitti. hem de gözlerimi daha da parlattı ve netleştirdi. Ben de şunu düşündüm, "her halde gözdeki mikropları kırıyor". İkincisi de bilgisayar başında fazla çalıştığım bir günde gözlerimdeki normal yorgunluk ve rahatsızlık anında yine limona başvurmakla oldu. Sonuç yine mükemmeldi. Daha net görüyordum sanki, gözlerimde batma, yanma hissi de yok olmuştu. Kısaca kendimi çok daha iyi hissediyordum limon sıktıkça.

Kısaca sade de gelecek olursam, az önce göze limon damlatmakla ilgili internetten araştırmalar yaptım. Göze zarar verebileceği yönünde idi. Ama benim gözlerimi de rahatlattığını gözlemledikten sonra kendim doktoruma sormadan bir daha denemeyi düşünmediğim fikrine kapıldım. Sakıncası olmasa acısına katlanıp, gözlerimi rahatlatmaktan yanayım ya ben...Neyse kaş yapayım derken, göz çıkarmayalım...En iyisi doktora danışmak...Bu arada sizin de bu konuda fikirleriniz olursa paylaşırsanız sevinirim.Sağlık ve esenlikler diliyorum.

Resim :http://www.meleklermekani.com/portal/limon-kabugundaki-muziceler.html

6 Aralık 2010 Pazartesi

Gizem ve Heyecan Dolu Bir Kitap

"Kavim" film tadında okuduğum ender kitaplardan oldu. Ayrıca uzun zamandır polisiye kitaplar da okumamıştım.Özlemişim doğrusu. Kitabın içeriği hakkında fazla birşey anlatmak istemiyorum. Çünkü anlatırsam gizemi bozulacağından okumak isteyenlere haksızlık etmiş olurum.  Kitapta başından sonuna kadar sürükleyici, heyecanlı ve merak uyandıracak kadar da gizemli olaylar zinciri var. Bu yüzden son yıllarda hatırladığım kadarıyla sayfa adedi olarak en fazla okuyarak rekor kırdığımı da söyleyebilirim.

Kitabın gizemini bozmadan kısaca değinmek istiyorum ben yine de. Konusu, Başkomiser Nevzat ve yardımcıları Komiser Ali ve Zeynep'in ilginç bir cinayetin izini sürmelerini konu alıyor.Öldürülen kişinin kalbine haç saplı bir bıçak saplanmış ve masanın üzerine açılmış olan bir İncilde Zekeriya peygamberin bir sözünün altı maktülün kanı ile çizilmiş  ve kitabın sağ tarafına mor gabriel yazılmış. Bu ipuçları cinayetin Hristiyanlık ve Süryanilikle bağlantısı olduğuna dikkatleri çekiyor. Cinayet aydınlatılmaya çalışılırken, bu bulgular üzerinde durulup, konuyla bağlantısı olabileceği düşünülen kişiler bulunuyor.Onlarla görüşüyorlar ve bu yönde araştırma yapıyorlar.Olayın kahramanlarını bu yönde araştırma yapmaya yönlendirirken, bu arada bu cinayetle bağlantısı olduğu anlaşılan başka cinayetler de işleniyor. Fakat bu cinayetlerle olayın altından farklı konular çıkıyor ve olayın gizemi gittikçe daha da artıyor....

Kitap başından sonuna kadar heyecan ve gizem dolu. Olayın nereye varacağını hep merak ediyorsunuz.  Ayrıca oldukça da sürükleyici olduğu için elinizden bırakmak istemiyorsunuz.Mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştım kitabı.

Ahmet Ümit'in Kavim adlı bu kitabını okumanızı tavsiye ediyorum ben. İlk fırsatta diğer kitaplarını da okumak için sabırsızlanıyorum. Şimdiye kadar bu okuduğum ikinci kitabı. Daha önce de Bab-ı Esrar'ını okumuştum. Güzel ve sağlıklı bir hafta diliyorum herkese. Bol ve keyifli okumalar da....

29 Kasım 2010 Pazartesi

Zahir

Simyacı kitabının yazarı Paulo COELHO'nun "Zahir" adlı kitabından bahsedeceğim.

Zahir, önce sıradan daha sonra ünlü olan bir yazarın savaş muhabiri olan eşi Esther'in kaybolmasının ardından, eşini arayışını konu alıyor. Eşinin kaybolmasının ardındaki sırrın izini sürerken, ayrıca kendi iç dünyasında da yolculuğa çıkıyor. Kitabın başında konunun nereye gideceğini merak ediyordum. Kitabı yarıladığımda olay anlaşılmaya başlamakla beraber, sonu tahmin ettiğim gibi gelişti ancak beklediğim gibi son bulmadı.

Kitabın ilk başlarında yazarın kafasının karışık olduğunu düşündüm ve  ne istediğini, neyi anlatmaya çalıştığını anlamaya çalıştım.

Kitap diğer bir açıdan toplumsal değerlerimize, inançlarımıza, kültürümüze ters düşen bir konudan bahsediyor. İki evli çift evli iken birbirlerinden uzak, iletişim yoksunluğu içinde iken; her iki çiftin birbirlerini aldatması, bunu bilmelerine rağmen bunu normal bir durummuş gibi karşılandığını yansıtması, ilişkilerinin tamamen tıkandığında kadının aniden ortadan kaybolması ve bundan sonra yazarın sevdiğini düşündüğü karısının peşinden serüvene çıkarken sevgiyi, aşkı da sorgulaması konu ediliyor.

Konu beni sarmadı. Dediğim gibi toplumsal değerlerimize aykırı olan evli olsa da, eşini sevse de, başkalarıyla ilişki normalmiş gibi yansıtılması; sevgi gibi, evlilik gibi kutsal değerlerle özleştirilmesi bana saçma gelmesine rağmen kitapta anlatılan kısacık öyküler ve hayata dair önemli anekdotlar için okunabilir. Kitaptan alınacak dersler de var bu anlamda. Mesela elimizdeki bazı değerlerin kıymetini ancak kaybettiğimiz zaman anlamamız gibi.

Kitabın ortalarında toplantılarda, ulu orta ortamlarda insanların duygularını, düşüncelerini, yaşadıklarını, deneyimlerini, tecrübelerini, acılarını ya da her neyse konuşması ve başkalarıyla da paylaşması gerektiğini, böyle yaparak başkalarının da benzer sorunlar yaşayabildiklerini öğrenerek, kendilerine olan özgüvenlerinin gelişeceğine, kendilerini daha iyi hissedip, kendileri ile barışık olabileceklerine dikkat de çekiyor. Konu itibari ile bana birşey katmadığı aşikar ama yine de altı çizilecek cümleler, satırlar da var kitapta. Tabii son paragrafımda kitabın bir bölümünden bahsettiğim gibi ulu orta herşeyi, herkesle paylaşmanın doğru olduğuna katılmıyorum ben.

Sonuç olarak, yazarın takıntılarını, takıldıklarını, tutkularını ve aşklarını konu aldığı ve sorguladığı bir kitap.Yazarın aşkının, tutkularının ve bilinmez bir maceranın peşinden gitme arzusunun yanında, kendi iç yolculuğuna çıkarken aslında sonunu düşünmeden ve nelerle karşılaşacağı kaygısını gütmeden aşkının izinden kendini bulma adına yaptığı yolculuğunun öyküsü  "Zahir"...

25 Kasım 2010 Perşembe

Sedef Kolyem...

Sedef kolyem; Bu kolyemi de severek kullanıyorum.Tasarımı  çok kolay, ancak yapımı oldukça zordu.Yapım aşamasında beni adeta çıldırtmıştı. Gece oldukça geç bir saatte bitirdiğimi hatırlıyorum.Yaklaşık bir beş sene olmuştur.Çünkü küçük kızım doğmadan önceki hobim takı tasarımı idi.Çoğunu da hediye verdiğim için hepsini burada yayınlayamıyorum.Verirken nasıl olsa ben yenisini yaparım diye resimlerini de çekmemiştim ama düşündüğünüz gibi olmuyor maalesef. Yerine yenilerini yapamadım.Sadece elimdekileri kullanıyorum şimdilik .Çünkü küçük kızım doğduktan sonra çok fazla hobi işlerine vakit ayıramaz oldum. Neyse, bu kolyeyi yaparken bayağı bir zorlanmıştım.Mum ipi o boncukların arasından geçirmek için az uğraşmamıştım ve basit gibi görünmesine rağmen büyük emek harcamıştım. Bu kolyede kullandığım malzemeler sedef, kırık boncuklar, kırık deniz kabukları ve iri rengarenk kum boncuklar ve kapatma klipsi.Elimdeki malzemeleri değerlendirmek adına yapmıştım. Mum ipi boncukların arasından geçirip, düğüm atılarak yapılan basit bir işlem ama iş o deliklerden o ipi geçirirken göstermemiz gereken sabır. O da tamamsa çok kolay ve oldukça şık bir kolye.

Kırka Bir kala

Bayramdan önceki hafta sonunda küçük kızımı oturduğumuz semtte bir parka götürmüştük eşimle. Benim kızım oynarken birden iki arkadaş buldu ve kumla oynamaya başladılar.Benim kızım 4,5 yaşında, diğer iki küçük sevimlilerde aşağı yukarı aynı yaştalar. Ben de eşimle birlikte bankta oturup hem sohbet ediyor, hem de uzaktan takip ediyordum.Sonra yemekteyiz programındaymış gibi her biri kendince topladıkları çer çöp, yaprak,taş ve kumlarla yemekler yaptılar. Birisi kek, yaprak sarması, diğerleri başka birşeyler. Daha sonra bizlerden de yardım istediler ve biz anneler de yanlarına oturduk hem onları izliyoruz, hemde malzeme toplamalarına yardım ediyoruz ve hem de konuşmalarına gülüp eğleniyoruz.Öyle ilginç güzel kelimeler söyleyip, cümleler kuruyorlar ki. Çok şeker ve çok doğallar. Daha sonra bu konuşmalara tanık olunca annelerde buna benzer başka anıları da anımsamaya çalışarak onları birbirimize anlatmaya başladık ve çocuklarımız sayesinde annelerle de tanışıp, sohbet etme imkanımız oldu. Sohbetimiz sırasında ben aslında bu anları yazmak çok iyi oluyor. Bir süre sonra unutuyorsunuz ve aradan zaman geçip de yazdıklarınızı okuyunca çok hoş bir anı olarak anımsıyorsunuz derken, ben bloğum olduğunu ve daha çok orada yazmaya çalıştığımı ve buna rağmen eskisi kadar sık yazamadığımı bahsettiğimde Gün ışığı arkadaşımız kendisinin de bloğu olduğunu, aynı şeyleri kendisininde bloğunda fırsat buldukça paylaşmaya çalıştığından bahsetti. Bloklarımızın isimlerini aldıktan sonra ben kendisini ziyaret ettim ve bloğunu çok beğendim. Bloğunda gerçekten faydalı ve hayata dair bir çok konularda paylaşımları var arkadaşımızın. Ayrıca ikinci bebeğini bekliyor. Kendisine hayırlı , sağlıklı doğumlar diliyorum. Bloğuna ayrıca "bir annenin güncesi" de diyebiliriz. Bloğunun gerçek ismi ise "Kırka Bir kala"...

24 Kasım 2010 Çarşamba

Değerli Öğretmenlerimiz

Bir toplumun çağdaş medeniyetlere ulaşması, gelişmesi ve kalkınması ancak ve ancak eğitimle mümkündür. Bu nedenle  gelecek nesillerin biçimlenmesinde öğretmenlerimizin emeği çok büyüktür.
Başöğretmen Atatürk bu nedenle öğretmenlerimize "Gelecek nesiller sizin eseriniz olacaktır" demiştir. Öğretmenlik en kutsal meslektir. Her birey ilköğretimden itibaren hayat boyu öğretmenlerinin vermiş olduğu eğitim, öğretim ile topluma ve milletine faydalı olmak durumundadır. Bugün hayatın her alanında, meslek gruplarının yetişmesinde değerli saygıdeğer öğretmenlerimizin emeği vardır.Onlara gereken değeri ve saygıyı göstermeli ve onların emeklerini boşa çıkarmamalıyız. Öğretmenler hayat boyu bizim rehberimiz, eğitmenimiz, liderimizdir. Herşeyi bize onlar öğretir. Öğretmenlerimizi bugün değil her gün anmalı ve onlara gereken değeri vermeliyiz.

Bende başta kızlarımın öğretmeni olmak üzere tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyor, sağlık, esenlikler ve başarılar diliyorum.

11 Kasım 2010 Perşembe

Atamızın Türk Milletine Güveni

Bugünde Atamızın Türk milleti için söylemiş olduğu anlamlı sözlerine yer vermek istiyorum. İnşaallah Türk milleti olarak Atamızın güvenine layık olur ve ona layık olacak nesiller yetiştiririz.


*Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir.Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir.

*Türk'ün haysiyeti, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.

*Bizim milletimiz, vatanı için, hürrüyeti ve egemenliği için fedakar bir halktır.

*Bizim başka bir milletlerden hiçbir eksiğimiz yoktur. Cesuruz, çalışkanız, zekiyiz. Yüksek amaçlar uğrunda ölmesini biliriz..

*Giriştiğimiz büyük işlerde, milletimizin yüksek kabiliyet ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız olmuştur.

*Türk kuvvet ve zekasının yenmediği ve yenemeyeceği güçlük yoktur.

*Bizim milletimiz derin bir maziye maliktir. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.

*Bir milletin başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, ayni esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.

Tarihimiz, geçmişimiz; geleceğe ışık tutar. O nedenle tarihimize sahip çıkmalı, onu iyi öğrenmeliyiz ve gelecek nesillerimize iyi öğretmeliyiz. Atamızın ilkelerine, değerlerine ve emanetine sahip çıkmalı, vatan ve milletimiz için çok çalışmalı ve Atamızın güvenine layık olmalıyız.

Kaynak :www.forumformal.com

10 Kasım 2010 Çarşamba

..

Sevgili Atamızı ölümünün 72.yılında özlemle, rahmetle ve saygıyla anıyorum.
Bu gün de sabah işyerimizde anma törenimizi gerçekleştirdik.

8 Kasım 2010 Pazartesi

New York'ta Beş Minare

Dün eşim ve arkadaşlarımızla "Newyork'ta Beş Minare" filmini izlemeye gittik.Filmi biz çok beğendik. Bol aksiyonlu bir film izleyeceğimizi düşündük. Aksiyon sahnelerini de oldukça başarılı buldum.Zaten Türk filmleri de bu konu da bayağı bir başarı göstermeye başladılar benim kanımca.Film de çok duygusal sahnelere de tanık olduk.Zaman zaman ağlattı açıkcası. Mahsun Kırmızıgül' ün son yıllarda senoryasını yazıp, yönettiği filmlerde toplumsal konuları içeren mesajları  oldukça başarılı. Yine bu konulara değinmesi  kanımca takdire şayan. "Güneşi Gördüm" filmini izlediğimizde de aynı düşüncelere kapılmıştım. Her iki filminde de alınacak mesajlar var tabii ki. Mesajları doğru algılamak lazım.Mesela "New York'ta Beş Minare" de islamiyeti gerçek anlamda yaşayanla, islamiyeti kullananların ayırt edilmesi çok önemli bir mesajtı bana göre. Kan davası yüzünden insanların hayatlarının nasıl çıkmazlara sürüklendiği, evlerinden, yurtlarından nasıl koparıldıkları, yanlış anlaşılmalar ile yine insanların hayatlarının nasıl karartıldığı, yine islamiyetin aslında hoşgörü ve iyilik, doğruluk üzerine kurulu olduğu, islamiyeti kullanan grupların, aslında insanları gerçek dininden nasıl saptırdıkları, yabancılara da islamiyette kötülüğe yer olmadığı, bunu yapanların ancak islamiyet kisfesine bürünerek bunu yaptığı mesajlarını içeriyor. Daha çok şeyler yazabilirim bu film hakkında ama bence detaylara girmeyeyim. Mutlaka izlenilmesi gereken ,bana göre oldukça başarılı bir film.Tavsiye olunur...

Resim kaynak: http://www.resimle.net/resim13336.html

1 Kasım 2010 Pazartesi

Kız Anneleri İçin....

Şimdi de "Kızımı Yetiştiriyorum" adlı kitaptan bahsetmek istiyorum. Bu kitabı kitap reyonunda görünce inceledim ve ilgimi çekip, hemen aldım.Çünkü bana yol gösterecek bir kitaptı.Malum iki kızım var.İlk kızımı büyütürken türlü zorluklarla ve hep ilklerle denemelerle büyüttük sayılır. İkinci kızımızı da daha bilinçli ve daha rahat büyüttük.Çünkü İlk kızımızdan kazanılmış tecrübelerle büyütüyoruz.Ama İrem hep ilk olmaya devam ediyor.Şimdi ise onbir yaşını yeni doldurdu ve ön ergenlik dönemleri oluyormuş bu yaşlar da. O süreçlere girdik. Bebeklik dönemi, çocukluk dönemi, okul dönemi derken şimdi de bunlarla başa çıkmamız gerektiğini düşünerek bu kitabı alma gereği duydum.

Kitap anne olmaya karar verildiği anda alınıp okunulması gereken bir kitap.Çünkü hamilelik döneminden, bebeğin doğumu ve gelişim sürecinden başlıyor ve kızınız yirmiiki yaşına gelene kadar ve evlenene kadar size rehberlik ediyor.

Kitabın giriş bölümünde;
Bir anne kızının doğumunda bir günlük tutmaya başlamış. Acı tatlı tüm tecrübelerini, kızının gelişimini, kızını büyütürken yaşamış olduğu duyguları bu günlüğe yazmış. Buradaki amaç ise; her bebeğin bir günlüğü olması gerektiği vurgulanmaya çalışılıyor. Bu annenin daha sonra kızı evlenip, yurt dışına gidiyor. Kızının yurt dışında doğumu üzerine kızı için tutmuş olduğu bu günlüğü duygusal bir mektup eşliğinde gönderiyor. Kızını büyütürken yaşadığı acemilikleri, deneyimleri, büyütürken yaşadığı duygu yoğunluklarını, kızının gelişimlerinin her bir anını anlatan bu günlükle, kızının da torununu büyütürken kendisine ışık tutacağını düşünüyor. Ayrıca torunu içinde günlükte her yazdığı yazıdan sonra iki sayfalık boş yer bırakmış. Ancak torunu kendisinden uzakta büyüyeceği için ilk sayfasına sadece duygu ve önerilerini yazmış.İkinci boş sayfayı da kızının doldurmasını istiyor. Torunu büyüdüğünde kendisine verilmesi için. Ne kadar hoş bir davranış..Çok duygusal, hem de mutluluk verici..

Anne olmak hayatın en büyük sorumluluklarından biri.Çocuklarımızın hem kişisel gelişimleri, hem de fiziksel gelişimlerinde bizlere çok büyük görevler düşüyor. Bunun içinde çocuklarımızın her bir evresini, gelişimlerini takip edebilmek, bizi nelerin beklediğini, nasıl bir tutum içinde olmamız gerektiğini, çocuğumuzu yetiştirirken, onları hayata hazırlarken; hayatın kurallarını öğretmek, onların iç dünyalarını zedelemeden, hayata karşı onları güven ve sevgimizle hazırlamak; fiziksel ve kişisel gelişimlerinde onlara destek olmak gerekir. Bu da ancak bilgi ve eğitimle daha sağlıklı olur. Bu kitapta, kızlarımın her bir evresini takip edebileceğim ve yanımdan hiç ayırmayacağım bir kılavuz benim için. Bu kitabı başından sona doğru değil de ilgi alanıma göre gerekli sayfalarından başlayarak okumaya başladım. Kitabı ikiye ayırdım. Üç-dört yaş grubu ve on yaş grubu. Arada diğer bölümlerini de okuyorum ama daha çok araya başka kitaplar giriyor. Bana göre özellikle "Kızımı Yetiştiriyorum" kitabı kız çocuk bekleyen anne adaylarının çok işine yarayacak ve kitabı başından beri takip edecekleri faydalı bir kaynak olarak tavsiye ediyorum.

Ayrıca ben bu konudaki düşüncelerimi paylaşırken çocuğumuz diye ele aldım ama kitap tamamen kız çocuklarımızda bize tecrübe olacak, ışık tutacak bir kitap bunu da belirtmek isterim. Kız çocuklarının gelişiminden bahsediyor, kız anne arasındaki iletişim ve tecrübelere yer veriyor çünkü. Ayrıca yazar Mine İZGİ'nin "Oğlumu yetiştiriyorum" adı altında kitabı da bulunuyor sanıyorum. Oğlu olan annelerin veya anne adaylarının da o kitaba sahip olmalarını önerebilirim.

29 Ekim 2010 Cuma

Cumhuriyetimiz ve Bayrağımız

Cumhuriyetimizin 87.yıldönümünü can-i gönülden kutlarken, milletçe Cumhuriyetimize ve Sevgili Atamızın devrimlerine, ilkelerine sahip çıkacak sonsuza kadar yaşatacak nesiller yetiştirebilmeyi umut ediyoruz.Türkiye Cumhuriyeti, İlelebet ve sonsuza kadar Yaşayacaktır ve Yaşatacağız!....

Bizde bu coşkuyu yaşamak ve çocuklarımıza yaşatmak için Cumhuriyet bayramı kutlamalarına katıldık.Özgürlüğümüzün ve Türkiye Cumhuriyetimizin tek devlet olduğunu, bayrağımızın ay yıldızlı, al bayrak olduğunu, ilelebet, sonsuza kadar böyle kalacağını, bu topraklar üzerinde ilebet ve sonsuza kadar dalgalanacağını göstermek adına biz de bu muhteşem kortaja katıldık çocuklarımızla. Milli marşlarımızla ve tüm gücümüzle dalgalandırarak bayrağımızı. Muhteşemdi gerçekten. Gururla taşıdık bayrağımızı. Bize bu vatanı bağışlayan, bu güzel, ay yıldızlı, al bayrağımızı bizlere armağan eden Sevgili Atamıza ve kahraman Türk milletine şükranlarımızı sunuyoruz. Bayrağımızı ve özgürlüğümüzü bizlere armağan ve emanet ettiler.Onu sonsuza kadar yaşatacak ve koruyacak olan da bizler ve bizden sonraki nesillerdir.
Minik kızımın bu görüntüsü de ayrı bir gurur kaynağı...:)))

25 Ekim 2010 Pazartesi

Amasra'dan Sonra...

25 Eylül tarihinde arkadaşlarımızla Amasra-Safranbolu gezisine katıldığımdan bahsetmiştim.Safranbolu  hakkında yazımı yazmıştım ama Amasra'yı geciktirdim. Araya başka şeyler girmeden bu yazımı da aradan çıkarmak istedim bugün. Çünkü Amasra gibi güzel, şirin beldeden bahsetmeden geçmek ve anım olarak bloğumda yerini almadan olmazdı. Gerçekten de hayran olduğum yerlerden biri. Hem küçük, şirin bir yer. Doğası, denizi ile ve hatta havası ile beni oldukça etkiledi. Doğrusunu söylemek gerekirse bir ayağımın orada olmasını çok isterim. Güney sahillerini genelde yazın tercih edebiliyoruz ama çok sıcak bulduğum için bir süre sonra sıkılabiliyorum oralardan. Amasra hem yeşil alanı fazla, hem de harika bir manzaraya sahip. Gün batımını bile izleyebilmek gibi bir şansa da sahip oluyorsunuz burada. Ben yine resimlerle anlatmaya çalışacağım.
Buradaki çay bahçesinde, (Amasra'yı hem tarihi yerlerini, hem de otontik çarşı gezmelerini yaptıktan ve yemeğimizi yedikten sonra kahvelerimizi içerken) gün batımını izledik.Arkadaşlarımın da benimde en çok keyif aldığımız an bu andı.Serin havanın eşliğinde kahvelerimiz yudumlanırken, sohbet eşliğinde günün batışını izledik uzun bir süre.
Amasra'nın koyunun gün battıktan sonraki görünümü
Bu da gündüz görünümü. Hava bir serin, bir sıcaktı.Ceketlerimizi bir çıkardık, bir giydik.Ama yine de güzel bir havaydı.
Çekebildiğimiz kadar bol resim çektik.Gerçekten muhteşem manzarası var.Her bir yerini karış karış fotoğraflamak istedim.
Burası da tavşan adasının olduğu yer. Arkadaki küçük adayı Atamızın silüetine benzetirlermiş. Ben de benzettim.Ya siz?
Daha yakından çekilmiş hali. Alın, burun, ağız, çene ile bir insan yüzünü andırıyor.Üstelik Atamıza da benziyor gerçekten de. Daha önce de bununla ilgili bir yazı yazmıştım. Sevgili Atamız ülkemizin dağında, taşında, toprağında, her yerinde diye...
Karşıdaki tepelerde yeşilliğin içinde deniz manzaralı evlerden birine bende sahip olmak isterim. Hafta sonları ve yıl içinde kısa süreli tatillerde şehir havasından uzaklaşmak ve dinlenmek için tercih edebileceğim yerlerden doğrusu.
Yeşil ve deniz (Mavi)
Otantik hediyelik eşyaların satıldığı yerler. Daha çok ahşap üzerine çalışılmış buralarda.

Resimler her zamanki gibi rastgele düzenlenmiş yine. Arkadaşlarımızla birlikte şu meşhur Çeşm_i Cihanda bol balık ve bol salata yedik.
Ayrıca Amasra'yı gezerken pazarın içinden de geçtik.Organik ve ev yapımı ürünlerin bulunduğu bir pazardı. Kendimize yük yapmak istemediğimiz için pek birşey alamadık ama herşey o kadar tazeydi ki, insan pazarını orada yapmak istiyor ama tur arabasında nereye koyacağımızı bilemediğimiz için bakmakla yetindik. İleri de kısmet olur da tekrar gidersek kendi arabamızla, o zaman bol bol alışveriş de yapılabilir. Bu arada ben mısırı sarı renkte bilirdim. Hiç bu kadar çeşitlisini görmemiştim.Tatları nasıldır acaba onu da bilmiyorum. Ama görüntüleri çok hoştu. Mor, turuncu, sarı, kırmızı, siyaha yakın renkte ve hatta ebruli mısırlar...Bunlar doğal mı, acaba?....
Sağlık ve esenlikler diliyorum....

15 Ekim 2010 Cuma

Çekilişe Buyrun...

Sevgili Yasemin Kale, örmüş olduğu amigurumi örgü oyuncaklardan uzun kulak ve hello kittyi çekilişle izleyicilerine vermek istiyor.

Kendisi şahane amigurumi örgü oyuncaklar yapıyor.Bu serüvene de hamile olduğu dönemlerde piyasa da satılan çin malı oyuncakların çocuklarımızın sağlığını çok ciddi boyutlarda etkilediğini duyduktan sonra "Her çocuğun en az bir örgü oyuncağı olmalı" sloganıyla başlamış.Ben amigurumi ve hobi sitelerinin sıkı takipçisi olarak diğer blog arkadaşlarım ve Yasemin Hanımın oyuncaklarına hayran kalıp, elimden geldiğince el atmaya çalıştım.Onlar kadar ne hızlıyım, ne de muntazam böyle muhteşem oyuncaklar çıkarabiliyorum.Yasemin Hanımın bu oyuncaklarına doğrusu bende sahip olmak isterim.İkisi de çok sevimliler.Eğer sizde bu çekilişe katılmak isterseniz buradaki adresinden kendisine ulaşabilir, yorum bırakabilirsiniz.Herkese bol şans diliyorum...

13 Ekim 2010 Çarşamba

Dostlarımıza Teşekkür...

Tarih 08.10.2010
Yer : Ankara

Nasıl anlatsam, nereden başlasam....
Biraz gecikmiş yazı. 8 Ekim gecesi bizim için çok hoş, çok anlamlı bir geceydi.
Arkadaşımız Ayfer Hanım birkaç hafta önce; bir hafta sonu dışarıda birlikte olmaya davet etmişti bizi, daha başka dostlarımızında eşliği ile.
Bizim de oldukça yoğun geçen son dönemlerimizden sonra o gün kızımın doğum gününde bir araya geldik.
Çok anlamlı, çok keyifli geçen gecemize, kızım için çok da hoş bir doğum günü süprizi eşlik etti.
Selda Hanım ve Ayfer'ciğimin birlikte organize ettiği kızım için orkestrayı ayarlama, kızımın doğum günü pastasını hazırlatma işleri ile bizzat da kendileri ilgilendiler.
O gün canım kızımız İrem'imiz içinde çok büyük bir süpriz oldu.
Birgün öncesinden doğum gününü hatırlatmaya başlamıştı.
İrem'e yapılacak olan bu süprizden bende haberdardım. Ancak İrem'e bunu yansıtıp da süprizlerini bozmak da istemedim. Kendisi okullar kapandığında anneannesinin yanına yazlığa gitmek için bayağı bir sıkıştırmıştı bizi. "İki hafta daha bekle. İki hafta sonra izin alıp, hep birlikte gideriz" demiştik ama dinletemeyince bir hafta sonu bırakıp gelmiştik. Bizde daha sonra izinlerimizi aldıktan sonra gitmiştik. Kendisi hergün "ne olur beni götürün.Doğum günü hediyem olsun.Doğum günümde sizden birşey istemiyeceğim" diye epey dil dökmüştü....
Bende; birgün öncesinden hatırlatmaya başlayınca "anne benim doğum günüm yarın veya bugün" dediğinde, "biliyorum ama sen doğum günü hakkını yazın kullanmıştın.Ayrıca doğum günün için başka bir planımız var biliyorsun.Ayfer ablana ayıp olur, onun davetlisiyiz" demiştim.Canım kızım da sessizce durumu kabullenmişti. Ama cuma gecesi yemekten sonra orkestranın "iyi ki doğdun İrem" müziği eşliğinde, pastası da gelince kızımın yüzündeki o şaşkınlığı, o mutluluğu tarif etmeme imkan yok. Hiçbirşeye değişemem o güzel, duygusal, mutlu anımızı. Bu güzelliği bize yaşattığı için sevgili Selda Hanım'cığıma ve Ayfer Hanım'cığıma buradan da bir kez daha çok çok teşekkür ediyorum.Hepimiz için unutamıyacağımız bir gece oldu. Emeğinize, o güzel yüreğinize sağlık...

Mutlu,sağlıklı, uzun ömürler diliyorum bebeğim..
 Gecemiz sona erip, eve dönmek üzere arabamıza bindiğimizde kızım "anne hayatımın en güzel doğum günüydü" dedi.Önceki senelerde okul arkadaşları ile ev ortamında kutlanmış sıradan doğum günlerinden farklıydı.
Ayrıca arkadaşlarımız kızlarımızın da öğretmenleri. İrem öğretmenleri ile birlikte bu özel anını yaşamaktan da çok büyük  mutluluk ve heyecan yaşadı.

Dostluklar çok özel, çok anlamlı...İnsan iyi gününde de, kötü gününde de dostları ile birlikte olmak, en özel anlarını onlarla da paylaşmak istiyor. Onlarla geçirilen o anların mutluluğu, keyfi herşeye değer. O gecemizde o kadar güzel geçti ki, her daim andığımızda yüzümüzde gülücüklere vesile olacak, hafızamızda güzel bir anı olarak kalacak bu değerli gece için size çok ama çok teşekkür ediyoruz.
Herşey gönlünüzce olsun!...Sevgilerimle!... Çok çok öpüyorum!...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Çalıkuşu Romanını Tekrar Anımsamak İsteyenlere...

Yıllar önce okuduğum eserlerden biridir Çalıkuşu. Geçen gün bir konuda gündeme geldiğinde tekrar okumak istedim.Konusunu hayal meyal hatırlıyordum. İyi de oldu.Kitabı orta son veya lise yıllarımdan birinde okumuştum tam tarihini hatırlamıyorum ama şuna inanıyorum.O yıllarda çocuk gözü ile, şimdilerde ise yetişkin gözü ile her okuduğumuz kitabın farklı bir tat veya mana katacağına inanıyorum duygularımıza ve düşüncelerimize. Çalıkuşu'da öyle oldu bende aslında...

Kitabı okurken kendimi öyle kaptırdım ki, resmen olayların içinde hissettim kendimi.Zaman zaman Feride'ye kızdım, zaman zaman da gözlerim doldu.Geçen cumartesi günü bitti kitap.Kahvaltıdan sonra mutfağı toplayıp, kitabı elime aldım ve sonlarında olduğum sayfaları tükettikten sonra, kitabı mutlu mesut bitirmenin tadına vardım ve normal hayatıma da mutlu mesut döndüm diyebilirim doğrusu.

Çalıkuşu Feride, küçük yaşlarda annesinin ölümü üzerine altı yaşında yetim kalmıştır.Dokuz yaşına kadar büyük annesinin vefatına kadar da büyük annesi bakmıştır. Feride oldukça haylaz, yaramaz, ele avuca sığmaz bir kız çocuğu olmasına rağmen oldukça da duygusal bir çocuktur. Büyükannesini de hayli zorlamıştır bu konuda.Daha sonra büyükannesinin ölümü üzerine babası onu bir Fransız okuluna yazdırır.Oniki yaşında da Feride babasını kaybeder.Çocukluk yılları acı dolu, kayıplarla geçmiştir.Feride bundan sonra tek yakınları teyzeleri ile de ancak yatılı okuldan izinli olduğu zamanlarda görüşmektedir. En çok da İstanbul'daki teyzesinin evinde kalmaktadır. Okul yılları oldukça haylaz ve hareketli geçmiştir. Okul idarecileri de Feride'nin yaramazlıklarından oldukça yılmışlardır.Öyle ki Feride düz duvarlara tırmanan, ağaç tepelerinden inmeyen bir kızdır.Bu yüzden kendisine çalıkuşu adı da okuldaki muallimleri tarafından verilmiştir.Feride okulda okuduğu yıllarda teyzesinin oğlu Kamran'la da duygusal bir yakınlık yaşarlar.Okul bitimine kadar Kamran yurt dışında görevlidir.Okul bittiğinde Kamran'da yurtdışından dönmüş ve evlilik hazırlıkları yaparlarken,bir bayan çıkagelir ve Kamran'la başka bir kadın arasındaki duygusal yakınlaşmadan bahseder.Bunun üzerine Feride kimselere haber vermeden kendini Anadolu'ya atar. Anadolu'nun çeşitli köylerinde öğretmenlikler yapar, oldukça zorlu bir yaşamla da mücadele eder.Güzelliği ve gençliği her gittiği yerde onu zor durumda bırakmıştır.Feride ilk gittiği köyde ki öğrencilerinden Munise adlı bir kızı da evlatlık olarak alır.Munise babası ve üvey annesi tarafından sürekli şiddet görmektedir.Munise'yi evlat edindikten sonra Feride ve Munise çok güzel günler geçirirler.Ancak Feride'nin  görev nedeni ile Kuşadası'nda  bulundukları sırada Munise hastalanır ve ölür. Bunun üzerine Feride çok kötü günler yaşar.Kuşadasına geldiği günden itibaren ilk görev yaptığı köyde tanımış olduğu yaşlı, babacan doktor Hayrettin Bey bu zorlu zamanlarında Feride'yi yalnız bırakmaz.Ancak Hayrettin Bey'in yardım amacı ile yakınlığı çevrede dedikodulara yol açınca  Hayrettin Bey'de Feride'yi bu zor durumdan kurtarmak için nikah kıyar ve yine kendi himayesinde, kızı gibi kol kanat gerer. Feride'nin de Kamran'a olan sevdasını bildiği için yaşlı doktor artık hastalığının ilerlediği ve ölümüne birkaç gün kala mutlaka İstanbul'a teyzelerinin yanına gitmesini ve bir de Kamran'a yazmış olduğu mektubu iletmesini vasiyet eder.Bu mektupla birlikte Feride'nin Anadolu'ya adım atmaya başladığı andan itibaren tutmuş olduğu günlüğüde vermesini ister.Tabii Feride Kamran'a ileteceği şeylerin içeriğini bilmemektedir.Çünkü Hayrettin Bey, nikahlarının olduğu sıralarda, evden taşınma esnasında günlüğünün kaybolduğunu söylemiştir Feride'ye.Feride, Hayrettin Bey'in ölümü üzerine vasiyeti yerine getirmek üzere teyzelerini ziyarete gider ve yine vasiyeti üzerine Kamran'a yazılmış olan mektubu ve emaneti teslim eder. Bu mektup ve Feride'nin günlüğü Kamran'ın ve Feride'nin de aşk acılarını, özlemlerinin sona ermesine vesile olmuş ve büyük bir sevgi ile birbirlerine de kavuşmuşlardır.

Detaylara girmeden oldukça kısa tutarak anlatmaya çalıştığım Çalıkuşu'nu okumuş olsanız bile yine de büyük keyifle okuyacağınıza inanıyorum.Sevgiyle ve sağlıkla kalınız. Bol ve güzel okumalar...

4 Ekim 2010 Pazartesi

Türk Aile Kültürünü Yansıtan Müzeden...

Bugün de Safranbolu'da gezmiş olduğumuz Türk aile yapısını yansıtan kaymakamlar müzesinden bahsedeceğim. Aynı kültürün insanları olduğumuz için bu tür müzelere ülkemizin hemen hemen birçok yöresinde rastlamak mümkün doğal olarak. Ben yine de tarihi ve böyle kültürel yerleri gezmekden mutlu oluyorum.Çok cezbediyor beni. Daha önce de Ankara'da ve daha başka yerlerde gezdiklerimden bahsetmiştim. Geçmişe dönük yazılarımda resimler kaybolduğu için görselleri olmadan yazdıklarımın bir anlamı da kalmıyor maalesef. Çünkü yazdıklarım resimlerle özetleniyor, pekişiyordu.

Neyse, Safranbolu'da gezdiğim müzenin ayrıntılarını anlatacak olursam...Bu müzenin adı kaymakamlar müzesi imiş.Bu müze tabii bir dönemler Türk toplumunun geçmişini, kültürünü, yaşam şeklini ve geleneksel büyük aile düzenini yansıtan tasarımı ve mimarisi ile oldukça etkileyici doğrusu.
Bu sefer detaylı resimler de çekememişim. Ama çekmiş olduklarım kadarıyla müze hakkında edindiğim bilgileri aktarmaya çalışacağım.
Kalabalık ailelerin yaşamasına elverişli bir yapıya sahip olan bu gezmiş olduğumuz evde eskiden anne,baba,oğullar,gelinler,torunlar,halalar,teyzeler bir arada yaşadıkları için evlerini de ona göre tasarlanmış.Eski devirlerde dini ve geleneksel kültürümüzde ev dışarı kapalı olurmuş.Evin hanımları yabancı erkeklere görünmediği için haremlik ve selamlık olurmuş evlerin hepsinde. Yukarıda ki bölüm ise evin selamlık bölümünden bir örnek.
resim sırasına göre; Mutfaklar genelde evin orta katında bulunurmuş.Genellikle de yemekler mutfakta yenirmiş.Kalabalık ortamlarda ise üst kat mutfak ve misafirler için ayrılan haremlik ve selamlık bölümlerinde yenirmiş.
Ayrıca mutfağın bitişiğinde kileri de mevcut.Burada da mutfak için gerekli malzemeler ve yiyecekler saklanırmış.
Burasıda evin haremlik bölümleri.Evin bayan misafirlerinin ağırlandığı bölüm. Bu bölümde özel günlerde, düğünlerde giyilen kıyafetleride sergilenmiş.
Burada da dönme dolap hakkında bilgi alıyoruz.Evin harem bölümünden  selamlığa hizmet için kullanılan bu dolaplara evin hanımları misafir için hazırlanan ikramları koyup, dolabı çeviriyor ve tık tık dolaba vurduktan sonra selamlık bölümünden ikramlar teslim alınıyormuş.
Evin orta katında mutfak bölümünde evin hanımları burada oturup, yemek ve ekmeklerini yaparlarmış.
her odalarında sedirli oturma düzeni, yer sofraları her odada yer yataklarının konulduğu dolaplar var.
Gelin odası.Evin  her katında bulunan sofalardan odalara, mutfağa ve merdivenlere açılıyor. Sofalardan odaya  girerken açılan kapıları, odanın içinin görünmesini engellemek amacı ile paravanla ayrılmıştır.
Haremlik bölümünden ikramların yapıldığı dönme dolabın selamlık bölümünden görünümü.

Burası da evin gelininin sandık odası, giyinme odası. Eskiden bir evde en rahat yaşam alanı sağlanmak için her detayların düşünülmüş olduğunu, şimdiki yeni çağımızın evlerinde de artık bu detayların düşünüldüğünü görüyorum.Demek ki inşaat sektörü geçmiş zaman kültürümüzden esinlenerek, o çağdaki evlerin modern hallerini sunmaya başladılar.İyi de ettiler doğrusu. Bir evin içindeki her detay bana göre büyük rahatlık.
Bu tür evlerde en önemli kısmı az kalsın unutuyordum.Dış kapılarda iki tokmak bulunurmuş.Kapıya gelen misafirin erkek veya bayan olduğu bu tokmaklara göre anlaşılırmış.

28 Eylül 2010 Salı

Safranbolu Gezimiz.....

Geçtiğimiz hafta sonu (25.09.2010) günübirlik Amasra ve Safranbolu gezi turuna çıktık arkadaşlarımızla.Yakın arkadaşım Sevgili Özlem ve arkadaşları bayram öncesi kararlaştırmışlar.  Bizimde uzun zamandır, arzu ettiğimiz bir olay olunca Özlem'ciğim beni aradı ve geziden bahsedip, "seni de yazdırıyorum katılım listemize" dedi. Bu hafta çok şükür gezimizi tamamladık. Çok da güzel geçti. Uzun zamandır çok sıkılıyordum. Çünkü tam gün çalışıyoruz, ev de işlerimiz, çocuklarımızla vakit geçiriyoruz. hayatımız inanılmaz yoğun ve rutin geçiyor. Zamanın hızına yetişemiyoruz. Buna rağmen Ankara'da birtakım etkinliklerimiz, arkadaş ortamında görüşmelerimiz olmasına rağmen, böyle bir şeye inanılmaz ihtiyacımız olduğunu geziden sonra daha iyi anladım. Çünkü değişik ortam, gezi olayı, farklı yerleri görme heyecanı bana ve arkadaşlarıma da inanılmaz doping oldu. Ben her zaman monotonluktan sıkılan bir insanım.İnsanın hayatında bir takım değişiklikler, farklılıklar  gerçekten heyecan veriyor. Gezi boyunca kendimizi çok mutlu hissettik. Buna rağmen gezerken "keşke eşimizde ve çocuklarda burada olsa" diye zaman zaman eksiklikler hissediyor insan. Ama bazı yerlerde, özellikle dağ, bayır gezerken "küçük kızım olsa buralarda rahat edemezdi" diye düşünmeden kendimi alamadım doğrusu. Ama keşke "İrem bari  benimle birlikte olsaydı, o da görseydi buraları" diye geçirdim içimden. ancak İrem'e de teklifimi yapmıştım zaten. Ama İrem "anne ben yorulurum, sonra araba da sıkılıyorum ben" dedi. Zaten uzun yolculuklarda araba da tuttuğu için üsteleyemedim. Sağolsun eşimde anlayışla karşıladı ve o gün çocuklarla da ilgilendi, bana da bu fırsatı değerlendirmem için yardımcı oldu. Geziden geldiğimdeki mutluluğumu görünce madem seni mutlu etti, bundan sonraki gezilere de arada katılabilirsin. Ruh sağlığında önemli " dedi.(ayda bir mesela) Zaten bu sene iki ayrı grupdan da teklifler alıyorum gezi konusunda.Cuma akşamı da diğer grup arkadaşlarımız aradılar. Ekim'in ilk haftası için 2 günlüğüne Afyon gezisi için. Ben de ancak günübirlik gezilere katılabileceğimi söyledim. Küçük kızım geceleri hala benimle yatıyor. Zaten Cumartesi günü gezideyken saat 6'dan sonra kızım babasına "baba annem ne zaman gelecek" diye sormaya başlamış.O saate kadar çalışmamızdan dolayı alışık oluyorlar ama belli bir saatten sonra da arar oluyorlar çocuklarımız. Yalnız Allah nasip ederse bundan sonra ki gezileri değerlendireceğiz, hayırlısı bakalım...İleriye dönük planları yapmaya başlamışlar bile. Bana sadece iştirak etmek kalıyor.
Yol boyunca eğlenerek gittik.Etrafı seyrettik. Sohbetler ettik. Rehber eşliğinde oldu gezimiz.Gezi boyunca rehberimiz tarafından bilgilendirildik.

Yolculuğumuz günübirlik Amasra ve Safranbolu gezisiydi. sabah 6.30 da Ankara'dan hareket ettik. Saat 10.00 civarlarında Safranbolu'daydık.İlk işimiz burada Ebrulu Konak'da açık büfe kahvaltı ve serbest gezi oldu. Kahvaltıdan sonra Türk aile kültürünü yansıtan müzeyi gezdik.kahvaltı yaptığımız konağın tam karşısındaydı müze. Onun detaylarını diğer yazımda paylaşmak istiyorum.
Safranbolu evleri ilgimi her zaman çekmiştir. Tarihi yerleri böyle yerinde görmek, incelemek ve bilgilenmek beni çok mutlu ediyor. Gezip, görerek bilgilenmek daha kalıcı oluyor.
Kahvaltı yaptığımız konakda Türk kültürünün tüm izlerini taşıyordu.
Biz kahvaltı için konağın bahçesini tercih ettik. Hava çok güzeldi.Uzun zamandır iştahsızlık çeken bendenizin o günden beri iştahı açıldı.Hem ortam, hem rahatlama, hem de açık havanın etkisi olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlarımızla birlikte olmanın verdiği keyifinde etkisi olduğunu belirtmeden geçemiyeceğim.
Kahvaltılarımızı da güzelce yaptık ve fazla oyalanmadan öğlene kadar ki serbest zamanımızı en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştık.
Kahvaltımız açık büfe kahvaltı idi.
Safranbolu yöresine ait bu otantik ürünlerin hepsinde gözümüz kaldı doğrusu. Hepsi albeniliydi. Ufak çaplı alışverişler de yapıldı tabii ki.
Bunlarda tur arabalarıymış.O yöreye gidildiğinde istenirse bu arabalarla gezdiriyorlarmış da safranbolu yöresinin tüm güzelliklerini.
Ayrıca o gün orada festivalde varmış ama festivali izlemek için hiç zamanımız yoktu. Öğlen vakti Amasra'ya gitmek üzere hareket ettik. Safranbolu aslında daha detaylı gezilebilir.Gezmek için bizim vaktimiz kısıtlıydı. Yine de görmek de bize yetti doğrusu...Öncelikle arkadaşım Özlem'e ve bu geziyi organize eden arkadaşlarına teşekkür ediyorum.