29 Kasım 2008 Cumartesi

BİR GARİP HALLİYİM Kİ!..:)))


Sevgili arkadaşım Muhabbet Çiçeğim, beni garip huylarım konusunda mimlemiş.Bu konuda benim için biraz zor olacak.Çünkü insan kendinde ki garip halleri nasıl tanımlar ki.Kendindeki garipliklerin farkında olsa, kabul etse ben ne yapıyorum ya demez mi? Bence bunu beni en yakın tanıyan sevgili Aşkıma sormak lazım diyeceğim ama o da buna vakit ayıramayacağını söyleyecektir.Çünkü Kızlarımızın bloğuna bile ayda yılda zar zor yazı yazdırıyorum. O nedenle iş yine başa düştü. Ben şimdi kendimle ilgili huylarımdan aklıma gelenlerini sıralayacağım ama, garip olup olmadığına siz değerli arkadaşlarım karar vereceksiniz.

Aşkımın söylediğine göre aşırı derece de mükemmelliyetçiymişim. Hastalık derecesinde olduğu için Aşkım bu konuda zaman zaman telkinde bulunur. Herşey dört dörtlük olsun,kusursuz olsun vs...Yalan da değil.

Simetri hastalığım vardır. Herşey düzgün, derli toplu olacak. Benim de dağınık, pis ortamda ruhum daralır, dikkatim dağılır, sinirlerim gerilir.

Çalışan bir bayanım. Sabahları ne olursa olsun, yatağımı düzeltmeden, evimi havalandırmadan, akşamdan toplanmıştır ama toplanması gereken yerleri toplamadan, dışarı asla çıkamam. Vaktim yoksa bile, kahvaltı sofrası hazır olduğu halde kahvaltımdan feragat edip, bu işlerimi halletmeden dışarı asla çıkmam. Bunu neden yazma gereği duyduğuma gelince.Çünkü bazı arkadaşlarımla konuşurken,"yataktan kalktığım gibi geldim.Yatağımı bile düzeltmedim" diyorlar.Veya bu işler yerine bazı kişiler zamanını makyajına ayırıyorlar.Bunu eleştiri olsun diye söylemiyorum.Garip huylarımızdan bahsediyoruz ya, ben kıyaslama adına, garibim ya o nedenle.Bense öncelik evime ayırıyorum.Çok ender makyaj yaparım onu da evde vaktim yoksa, işyerimde odamda veya lavaboda yaparım. Kişiden kişiye değişiyor görüldüğü üzeri. Artık ben mi garip oluyorum bilemiyorum.Sizlerden gelecek yoruma bakacağız.

Yatılı gittiğim yerlerde kimsenin yatak odasında yatmam. Kimseyi de kendi yatak odamda yatırtmam prensip olarak.Bunu da açıkça söylerim.

Gittiğim yerlerde olsa dahi, kendi özel eşyalarımı yanımda götürürüm. Havlu, şampuan vs.gibi.

Planlı değilimdir. Ani kararlarım vardır. Ama kararlarımda yanıldığım olmamıştır, neyse ki.Çok şükür.

İşe giderken kıyafetlerimi sabahtan dolabın kapağını açar ve seçerim. Akşamdan hazırlama alışkanlığım yoktur. Hazırlamış olsam bile sabahtan fikir değiştirdiğim çok olmuştur.

Renk uyumuna hastalık derecesinde takıntılıyımdır. Kıyafetlerimde özellikle renk kombinasyonuna aşırı derece de önem veririm.

Benimde karşımda cakkudu cukkudu sakız çiğnenmesine,ağız şapırtadarak yemek yenmesine sinir olurum.

Yağmur altında sırılsıklam ıslanarak yürümeyi çok severim. Şemsiye taşımayı asla sevmem. Taşısam bile bir yerlerde mutlaka unuturum.

Sokağa çıktığım zaman çantamda kitap olmadığı zaman kendimde inanılmaz eksiklik hissederim.Öyle ki anahtarımın, cüzdanımın eksikliği kadar. Bunun için geri dönüş yapar, kitabımı alıp çantama koyarım. Uzaksam en yakın kitapçıdan zaten aklımda olan bir kitabı almaya çalışırım.

Monoton hayattan hiç hoşlanmam. Hayatımda hep değişiklikler olsun isterim. Özellikle mekan değişikliği benim için çok önemli. Bunun için bile evde zaman zaman eşimle eşyaların yerlerinde değişiklikler yaptığımız çok olur.

Bende Sevgili Evrenciğimin,Canancığımın,Sevgili RoyalRojanamın garip hallerini merak etmekteyim.
Sevgiyle ve Sağlıkla Kalınız!..

20 Kasım 2008 Perşembe

BEBEK...


Bu kitabı okuyalı aylar oluyor. Sanıyorum bu yılın ilk aylarından ya Şubat, ya da Mart idi. Kitap arkadaşım İlknur' daydı. Geçtiğimiz haftalarda arkadaşımlar bize geldiğinde kitabı okumuş ve geri getirdi. Ben kitabı keyifle okumuştum ve arkadaşımda çok beğenerek okumuş. Bu kitaptan bahsetmek istememin nedeni, ben bu kitabı okuduktan bir süre sonra blogların bazılarında ("çocuk sahibi olmak için 40 bahane"ydi sanırım )Ece Arar' ın kaleme aldığı kitaptan çok bahsedilmişti. Bende yakın zamanda Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof.Dr. Mülazım YILDIRIM' ın yazmış olduğu bu kitabı okuduğum için Ece Arar' ın o kitabının içeriği ile çok ilgilenmiştim ve okumak istemiştim. Ancak elimde okunmayı bekleyen o kadar çok değerli kitaplarım var ki, onlar dururken yeni bir kitap almayı lüzumsuz gördüm açıkçası. İleride belki okuyabilirim. Bu kitapta da Hocamız, yaşanmış olayları anlatıyor. Çocuk sahibi olamayan insanların girdikleri ruhsal bunalımları, çocuk arzusuyla yanıp tutuşan ailelerin acıları, kaygıları ve sevinçlerini, çocukları olamadığında dertlerine çare için başvurdukları yolları, bu yollarla sorunlarını çözeceklerine daha da nasıl derinleştirdiklerini anlatıyor. Ayrıca tüp bebek merkezlerinin nasıl çalıştığı konusunda, doktor hasta ilşkilerini, bu merkezlerde bebek bekleyen ailelerin bitmek bilmeyen çilelerini anlatıyor. Bütün bunları anlatırken farklı farklı kesimlerden ailelere de yer veriyor. Ayrıca dürüst bir doktorun suçlandığı ve daha sonra gerçeklerin ortaya çıktığı bu kitabı ben bir solukta ve keyifle okumuştum. Bu kitap sadece çocuğu olmayan, doktor veya tıp öğrencileri tarafından değil, çocuğun nasıl bir servet olduğunu anlamaları için, çocuğu olan ailelerinde okuması gerektiği belirtiliyor kitabın arka kapağında. Ben de katılıyorum, okumuş biri olarak...

19 Kasım 2008 Çarşamba

POST 100 ....:)) Hayalimdekiler...

100. postumda ne yazsam, ne yazsam acaba!.. Bulamadım ben. Çok hoş bir yazı yazmak isterdim ancak, son zamanlarda kendimi pek yazı yazmaya yoğunlaştıramıyorum. Şu an bile bundan bahsetmek anlamsız aslında...Ama Postumun 100 olduğunu belirtmeden de geçemiyorum.Gerçi kızlarım için açmış olduğum Canım Kızlarımda da yirmidört adet yazı var ama onu da kendi yazılarından oluşan ayrı bir alan gördüğüm için bu yüz yazıma asla ilave etmedim. AAA! Aklıma geldi.Hayallerimden bahsedeyim....
Hayalimde yemyeşil tabiatıyla, masmavi sularıyla, insanların cıvıl cıvıl, sağlıklı, mutlu, birbirlerine karşı hoşgörülü, nezaket sahibi, saygılı, küçükleri koruyan, büyükleri sayan, güçsüz insanlara yardım edilen, herkesin birbiriyle barış, sevgi ortamında olduğu bir dünya istiyorum. Öyle bir dünya ki, kötülükler olmasın. Sokakta insanlar güven içinde olsun. İnsanlar birbirine tebessümle, sevgi ile karşılıklı saygı ile yaklaşsın. Herkesin işleri zorlaştırılmadan halledilsin istiyorum. İnsanlar görevlerinin sorumluluğunu yerine getirsinler, kazandıkları parayı alın teri ile kazansınlar, hak etsinler istiyorum. Mesela bir banka kuyruğunda kasıtlı olarak işini aksatmak adına insanlara çile çektirilmesin istiyorum. Alışverişlerimizi daha rahat yapabilelim istiyorum. Doğayı, tabiatı koruyalım ve bu tabiatın bir parçası olarak doya doya yaşayalım istiyorum. Bir dünya istiyorum. Zengini fakiri olmasın. İyisi kötüsü olmasın. Güçlüsü zayıfı olmasın . Olmasın Olmasın istiyorum. Herkes zengin olsun, herkes sağlıklı olsun, herkes iyi olsun, herkes güçlü olsun. Olsun da olsun istiyorum. Ama maalesef boş hayal bunlar. Bu dünyayı düzeltmeye bizim gücümüz yetmez. Bütün bunların gerçek olması için zihniyetlerin de aynı olması gerekir öyle değil mi?..Öylesine içimden geçenler...Hiç aklımdan çıkmıyorlar ki zaten...

16 Kasım 2008 Pazar

İçimden Geçenler...

Bir hafta sonunu da geride bırakarak, yeni bir güne başlıyoruz. Çalışan bir bayan olarak hafta sonum inanılmaz yoğun geçiyor. Genel temizlik, alışverişler, ütüler, çamaşırlar, yemekti, hamurişi, çocuklarıma ait yapılması gerekenler derken pazar günüm benim neredeyse uyuyamadığım ve pazartesi gününe yorgun başladığım bir gün oluyor. Ama yine de halimize şükrediyorum. Sağolsun eşim destek olmasa herhalde altından zor kalkarım. O nedenle ben pazarları ve pazartesi günlerini pek sevemiyorum. Salı günü artık hayatın akışına alışmış oluyorum ve gerisi geliyor ve geçiyor.

Bu hafta sonu bütün bunlarla birlikte iki güzel olayda gerçekleşti. Birincisi annemler yazlıktan geldiler. Onlar bizim elimiz kolumuz oluyorlar adeta. Onların varlığı bizi gerçekten çok rahatlıyor. Annem her anne gibi çok fedakardır. Zamanında burada iken büyük kızıma annem bakmıştır. Küçük kızıma da bir kış baktı. Artık burada fazla kalmadıkları için, kışın geldiklerinde ancak yardımcı olmaya çalışırlar. Annemlerin gelmesi ile eşimle benim sosyal yaşantımızda hareketlilik kazanır. "Annem ben çocuklara bakayım, siz kendinize vakit ayırın" der. Bahara kadar buradalar. Sadece bunun için değil tabii, annemlerin yanımızda olması, varlıkları bile bizi mutlu etmeye, rahatlatmaya yetiyor tabii ki...

İkinci güzel olay ise karşı komşumun oğlu Sadettin kardeşimizin düğününden ve düğünden sonra balayında yaşadığı üzücü olaydan burada bahsetmiştim. Bu hafta sonu hastaneden taburcu etmişler. Canım ya, yaklaşık üç-üçbuçuk aydır hastanedeydi. Birkaç ameliyat geçirdi. Çok sıkıntılı günler yaşadılar. Şu an hala walkerla yürüyor. Ama gerçekten Cenabı Allahında izniyle çabuk iyileşme gösterdi. Çünkü gerçekten çok uzun bir tedavi süreci gerekiyordu...Yaşadıkları o olaydan bir gün önce orada yüzdüklerinde ayakları yere bile değmiyormuş ve çoluklu-çocuklu birçok insanda o iskeleden atlayıp yüzmüşler. Otel yetkilileri muhtemelen gel-git olmuştur demişler ve o nedenle bu kazanın gerçekleşmiş olabileceğini ileri sürmüşler. Artık olacak varmış herhalde. Neyse ki artık hastane ortamından uzaklaşacak kadar gelişme göstermesi umut verici ve sevindirici. Yaşadıklarına bizzat tanık olduğumuz ve çok yakın olduğumuz için onlar kadar üzüldük ve şu an onlar kadar sevinçliyiz. Zaten ben o kadar dolmuştum ki, kendisini görünce kendimi tutamadım ve gözyaşlarıma hakim olamadım. Ama o hala güler yüzlü, hayat dolu idi ve ben önceki yazımda da Gülen Yüzün Solmasın demiştim. Şimdi de Gülen Yüzün Her Daim Gülsün Kardeşim diyorum ve Allah başka acılar yaşatmasın cümlesiyle birlikte...AMİN...

12 Kasım 2008 Çarşamba

Şablon,Banner Delisi Oldum!..

Bloğuma Yeni düzenlemeler yapmaktayım...Ancak içime sinecek birşey bulamadım.Ancak bir süre bununla idare etmeyi düşünüyorum.Yeni şeyler denemek hoşuma gidiyor.Ancak bilgisayar insanı esir alıyor yaa.Bunun için uykusuz kalmayı bile göze alıyorum.Kitaplarım yarım kaldı.Bence ben bir süre ara verip şu kitaplarımı bitirmeliyim.Rengarenk cıvıl cıvıl blogları olan arkadaşlarıma imrendiğimden bende yapayım diye bayağı bayağı uğraştım.O site senin, bu site benim gezdim dolaştım...Şablon, banner çalışmaları aradım durdum.Buldum bulmasına ama bu seferde hangisi olsun diye kararsız kaldım durdum işte.Neyse umarım bir daha böyle aşırıya kaçmam.

10 Kasım 2008 Pazartesi

İKİ ŞEY...

İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir

1- Şikayetçilik

2- Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer

1- Bakış açısını değiştirmek

2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmayı engeller

1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek

2- Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür

1- Demagoji (Laf kalabalığı)

2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar

1- İradeye hakim olmak

2- Uyumlu olmak

İki şey 'Ekstra Değer' katar

1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak

2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey geri bırakır

1- Kararsızlık

2- Cesaretsizlik

İki şey kaşif yapar

1- Nitelikli çevre

2- Biraz delilik

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar

1- Baskın yeteneği bulmak

2- Sevdiğin işi yapmak

İki şey başarının sırrıdır

1- Ustalardan ustalığı öğrenmek

2- Kendini güncellemek

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır

1- Niyetin saf olması

2- Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır

1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak

2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki şey gelişmeyi engeller

1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat,vs)

2- Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir

1- Tebessüm (gülümseme)

2- Sükut (susmak)

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır

1- Ebebeyn

2- sağlık

İki şey geri alınmaz

1- Geçen zaman

2- Söylenen söz

İki şey gerçek sondur

1- Cennet

2- Cehennem

İki şey ulaşmaya değerdir

1- Sevgi

2- Bilgi

İki şey 'hayatta önemli olan her şey' içindir

1- Nefes alabilmek

2- Nefes verebilmek

Atamızı Sevgiyle,Özlemle ve Rahmetle Anıyorum...


"İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur! "

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK


Ölümünün 70.yılında Sevgili Atamızı bende sevgi, özlem ve rahmetle anıyorum.

6 Kasım 2008 Perşembe

Mustafa mı? Büyük Önder Atatürk mü?

Günlerdir konuşulan Mustafa filmine değinmek istiyorum. Zaten ismi ilk duyduğumda garip gelmişti. Neden Atatürk belgeseli değilde, Mustafa. Sıradan bir kişiden bahsedilir gibi. Herkesin bu filme bakış açısı farklı geldi ki, o kadar çok anlatıldı ve yorumlandı ki, haliyle bende merak içindeydim ve ilk fırsatta izlemek istiyordum. Fakat bugün birkaç değişik mailler geldi ki, önyargılı yaklaşmadan geçemiyeceğim. Sırf doğruluğunu kendi kafamda da kanıtlamak adına filmi izlemek istiyorum. Bunun için dahi olsa bu filmi izlemeye gitmek reytinglerini patlatmak ve kazançlarını artırmak olmaz mı? Bir de okullara da tanıtım amaçlı sinemalardan broşürler gönderiliyor. Ne yani çocuklarımızın beyinlerinde Sevgili Atamız hakkında olumsuz imaj mı oluşturulacak. Hayır, kesinlikle çocuklarımız bu filmi izlememeli. Bizi bugünlerimize getiren,Türkiye Cumhuriyetini kuran,Türk Milletini bağımsızlığına kavuşturan, dünyaca takdir edilen büyük önder Ulu Atamızın hayatı; gelen maillerde anlatılanlara göre; kahramanlığının yerine, devrimci kişiliğinin ve kararlılığının üzerine mutsuz, yalnız, psikolojik sorunları olan bir portre çizilmeye çalışılmış…Filmi izlemedim…Bu yüzden devamını...
Psikolog Sebla Kutsal' a bırakıyorum.
Kendileri psikolojik savaşın en ahlaksızcasının nasıl yapılabileceğini belgeselleştiren "MUSTAFA" filmini izledikten sonra dayanamayıp bir mail yazmış.
karı-kız düşkünü,
bir oturuşta mutlaka bir büyük rakı içen,
vahim kişilik bozukluklarına sahip,
çok zengin bir kadın için sevgilisini terk edip onun intiharına neden olan,
çocukken yediği bir dayak üzerine yıllarca içinde bitmek bilmeyen bir kini biriktirip, sırf bu sebeple ülkeyi laiklikle buluşturarak, modern eğitimi başlatarak, dini eğitim veren kurumda yediği dayağın öcünü alan birisi…
Cephedeki cesaretine bir kez olsun değinilmeyen
Mustafa'nın geceleri karanlıkta uyuyamadığını öğreniyoruz…
İçinde sürekli bir korku ve tatminsizlik hissi taşıyor. Cumhurbaşkanı olup da artık hiçbir şey yapmadan boş boş oturmaya başlayan bu adamın iç sıkıntısı daha da büyüyor.
Öyle ki tek tesellisi çalgılı, içkili sefa âlemleri.
Yapayalnız kaldığı dünyasında hasta ruhuna gitgide teslim oluyor. Çok mutsuz, hem de çok… Film, Mustafa'nın "dinsiz" olduğunu vurgulamak üzerine kurgulanmış.
Kurtuluş savaşını desteklerini alabilmek için dindar kesimleri ve kurumları kandırmış, sonra işi bitince de onların ipini çekmiş.
"Dinin afyon etkisi" üzerine söyledikleri filmde sık sık yer alırken,
Ramazan ayında içmediği,
Kur'an tercümesi yapan özel bir görevli yardımıyla dini anlamaya çalıştığı ve malum çevrelerin sıkı adamı Nevzat Yalçıntaş'ın ortaya çıkardığı üzere Hz. Muhammed'in mezarını yıkmak isteyen Suudiler'e "orduları gönderirim, ayağınızı denk alın" mealinde bir telgraf yollayarak mezarı yıkılmaktan kurtardığı, vb. birçok bilgi seyirciden özenle saklanmış.
Kurtuluş savaşı harita üzerinden ve birkaç basit sahneyle "oldu da bitti maşallah" tadında kestirme yoldan anlatılmış.
İnsanda, tüm milli direnişin ve çarpışmaların kısacık bir sürede tamamlandığı ve memleketin kolayca kurtulduğu hissi uyanıyor.
Zaaflarla dolu zayıf karakterine ve acı dolu anılarına tutunarak sürüklediği ömrünün en sıkıntı verici son döneminde ise Mustafa "beni hatırlayın!" diyor. Hatırlanmaya değmeyeceğinin kendisi bile farkında olmalı ki, unutulmaktan ölesiye korkuyor…
Film, sürekli not tutmak suretiyle tekrar tekrar izlenir ve derin yapısını çözmeyi amaçlayan bir gözle incelenirse, yukarıda yazdığımdan çok daha fazla Mustafa aleyhtarı unsur kolaylıkla listelenebilir. Aktardıklarım, bir çırpınışta aklıma gelebilenlerden ibarettir.
Dündar filminde büyük bir mucizeden bahsediyor… Çünkü Dündar'ın Mustafa'sı, bırakın çeşitli devletlerce işgâl edilmiş bir ülkeyi düşmandan temizleyip yeni bir ülke kurmayı, bir sürüye çobanlık yapmayı bile beceremeyecek bir adam. Ancak nasıl oluyorsa Türkiye'yi kuruyor! Yani film bir mucizeyi anlatıyor… Oysa ki savaşlar ve şehitler kan kırmızısıdır. Yepyeni bir devletin kuruluşu ve bir ulusun şahlanışı buz gibi gerçektir. Mucizeler ise ancak masallarda anlatılır.* Yazdığı ve yönettiği masalla Can Dündar, görevini ifşa etmiştir. Misyonu tamamlanmış bir görevli olarak kesinlikle eserini bir masal kitabı olarak da yayınlamalı ve hak ettiği Nobel ödülünü almalıdır!* Ancak ben Mustafa'yı tanımıyorum… Sadece Mustafa Kemal bilirim ki kendisine Atatürk denir. O da bizim gibi etten kemiktendir lâkin bedeni çürüyüp gitmişse de ruhu bizimledir. İnsan olduğu için hatalar yapmıştır fakat hatalarıyla doğrularını iki ayrı kefeye koyup da hakikâti göremiyorsak, içimizdeki vicdanın terazisine yazıklar olsun! Benim gibi düşünenlere, "Atatürk'ü putlaştırmayın, O'nu da herkes gibi doğrularıyla yanlışlarıyla tartışalım" diye saldıracak olan aydınımsılara cevabım önceden hazırdır; "İyi niyetinize bir saniye olsun inanabilseydim, kapımı açar sizi beklerdim…"
NOT: Mustafa Filminin afiş resmi yerine, sevgili Atamıza ait bu güzel fotoğrafları koymayı daha uygun buldum.Filmdeki anlatılanlarının aksine bu fotoğraflarda herşeyi anlatmıyor mu sizce?





5 Kasım 2008 Çarşamba

Hala Sizinleyse...

Az önce maillerimde değerli arkadaşım Özlem'in göndermiş olduğu mail beni çok etkiledi.Anneler günü değil ama zaten ben o günlere de karşıyım.Bana göre her gün özel olmalı.Ben de bu hikayeyi burada sizinle paylaşmak istedim.
Hala sizinleyse!! !
1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı. Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz.
2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti. Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.
3 yasınızdayken size özenle yemekler hazırladı. Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.
4 yaşınızdayken elinize rengârenk kalemler tutuşturdu. Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz.
5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi. Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz.
6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü. Sokaklarda 'GITMIYCEEEEEEEM' diye ağlayarak teşekkür ettiniz.
7 yaşınızdayken size bir top hediye etti. Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz.
9 yaşınızdayken size dualar öğretti, siz her seferinde unutarak teşekkür ettiniz.
11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü 'Sen bizimle oturma' diyerek teşekkür ettiniz.
12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi. O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.
19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı, sizi arabayla kampusa götürdü ve eşyalarınızı taşıdı.Arkadaşlarınız alay etmesin diye kampus kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz.
21 yaşınızdayken iş hayati ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi. 'Ben senin gibi olmayacağım' diyerek teşekkür ettiniz.
22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde size gururla sarıldı. Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz.
25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı, sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.
30 yaşınızdayken bebek bakimi hakkında size akil vermek istedi. 'Artik bu ilkel yöntemleri bırak' diyerek teşekkür ettiniz.
40 yaşınızdayken sizi arayıp bir akrabanızın doğum gününü hatırlattı. 'Anne işim başımdan aşkın' diyerek teşekkür ettiniz.
50 yaşınızdayken o çok hastalandı, hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu.Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz.Derken bir gün..... o öldü.O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa, o anda kalbinize bir yıldırım gibi duştu....

VE BİR HİKAYE:'Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı.. Uyku sersemi adam telefonu açtı. Telefondaki ses annesine aitti. Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti?Annesi "nasılsın oğlum iyi misin?" diye sordu. Oğlu şaşkın bir ifadeyle "iyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu siz iyimisiniz?" dedi. Annesi "biz iyiyiz bir şeyimiz yok sadece sesini duymak istedim" dedi. Oğlu da 'anne bunun için mi aradın. saat sabahın üç buçuğu yarında konuşabilirdik" deyince annesi de "rahatsız mı ettim oğlum?" dedi. Oğlu "evet anne rahatsız ettin" diyince annesi "30 sene önce sen de beni bu saate rahatsız etmiştin, doğum günün kutlu olsun oğlum" EĞER HALA SİZİNLEYSE, ŞİMDİ ONU HER ZAMANKİNDEN DAHA COK SEVİN...

4 Kasım 2008 Salı

Atam Yurdumun Her Yerindesin...

Yukarıdaki resimler Daire Başkanımızın odasının duvarlarındadır. Kendisinden izin alarak bu resimleri çektim.Ve bu resimlerin gerçek olduğunu söyleyebilirim.Yanılmıyorsam Anadolu Ajansına ait resimler. Başkanımız bu fotoğraf karelerinin her birine güzel yurdumun dağında, toprağında,taşında, havasında sen varsın diye yazmış.Kısacık cümle ile ne güzel anlatmış değil mi?




3 Kasım 2008 Pazartesi

Ben Buna Bayılıyorum :))


Yukarıdaki video yu izlerken bile rahatlıyorum. Burada Cam üzerine elle serpiştirilerek resimler yapılıyor.Müthiş rahatlatıcı ve stres attırıcı birşey olmalı. Çünkü ben keyifle izliyorum. İzlerken benimde yapasım geliyor.Yakından görebilmeyi ve denemeyi o kadar çok isterim ki...Ayrıca internetten araştırdım bu sanatın adını öğrenemedim. Bilen arkadaşlarım varsa merakımı giderebilir mi acaba?..

Çok Yakında İnşaallah...

Sevgili Arkadaşlarım,

Fırsat buldukça kendi bloğumdan sizleri takip etmeye çalışıyorum.Bazen yazılarınıza yorum bırakabiliyorum, bazen de ona bile fırsat bulamıyorum.Bu açıklamayı yapma gereği duydum.Çünkü merak ettiğinizi biliyorum ama bir türlü yazacak kadar zaman bulamıyorum.Önceki haftalarda seminerlerdeydim.Çok yoğun geçti.Sabahtan akşama kadar ders dinledik.Evde de yoğunluğum oldu. Bilgisayara uzun süreli vakit ayıramıyorum.İnşaallah en kısa zamanda yazacağım.Gecikme için hepinizden özür dilerim.Yoksa ne sizden ne de bloğumdan kopamıyorum.Sizlerle olmak çok keyifli.Hepinizi çok seviyorum.Sağlıkla ve sevgiyle kalınız...

Neden Blog Tutuyorum?..

Blog kapanma meselesinden sonra birçok arkadaş gibi bende bu konuyu bir kez daha irdeledim.Yazmak çocukluğumdan beri beni cezbeden, rahatlatan bir uğraştı.Şimdi bilgisayar çıktı. Bense, el yazısı ile binbir türlü yazı çeşitleri deneyerek, şiirler, günlükler yazardım.Benim tuttuğum bu defterlerime arkadaşlarım da hayran kalırdı.Çünkü gerçekten özenle hazırlardım, inci gibi yazardım.Bir kısmını hala saklıyorum.İleride kızıma göstereceğim.Bakalım kızımın bu konuda yaklaşımı nasıl olacak.Belki de gereksiz, boşuna zaman harcamışsın, ya da çok emek harcamışsın .Bak şimdi bilgisayarlar var.Şipşak yazabiliyorsun, yeri geliyor kopyala yapıştır yapıyorsun değmez de diyebilir.Ama bence onlar için harcadığım zamana ve emeğe değdi...Eşimle birbirimize yazdığımız mektuplar bile bunlardan biri ve hala saklıyorum...Eee ! şimdi de bilgisayar varken kalem, defterle uğraşmak işime gelmiyor.Ayrıca buranın bir özelliği de yazılanları sizlerle paylaşıyoruz olmamız. Oysa o yıllarda sınıf arkadaşlarımızla, aile ve yakınlarımızla paylaşıyorduk.Bu yazmanın güzel tarafı tabii ki. Asıl burada yazmak istememin nedeni ise, öncelikle burada kendime ait bir dünya kurma isteğiydi.Doğrusu bunu gerçekleştirdiğimi düşünüyorum.Güzel yanı ise bu dünyamı sizlerle paylaşmaktır.Ben kendim yazmadan önce de birçok blog yazarı arkadaşlarımı okuyordum ama yorum yazamıyordum tabii ki. Okuduğum arkadaşlardan çok şeyler öğrendim ve işime yarayan bilgilerle, bana o bilgileri ileten arkadaşlara minnettar oldum.Böylece burada ki paylaşımların da gerçek hayattakinden kesinlikle ayırt edilemeyeceğini gördüm.Bazen özel yaşantılarımızı da ölçü çerçevesinde paylaşıyoruz.Ben bunda bile birbirimize faydalı olabilecek konuların olduğunu düşünüyorum.En başta paylaşmayı gerçekten seviyorum.İnsan olarak da her zaman değer görülmek, beğenilmek ve burada tabii ki okunmak herkesin hoşuna gittiği gibi benimde hoşuma gidiyor.Bu sanal dünyamda sizlere de bağlanıyorum.gerçek hayatta da sizlerle tanışmayı çok isterim ve kaybetmek istemem.Blogların kapanmasında en çok bu beni üzdü.Eyvahh! arkadaşlarımızı da kaybettik diye.

Bu konu başlığında yazıyı ilk olarak Canancığım yazmış idi. Ben de bu konuda yazmak istiyordum. Bloglarımız kapandıktan sonra birçok arkadaşımında bu soruyu kendine sormuş olabileceğini düşünerek Canancığımdan bu konuyu mim olarak aldım.
Yazdım. Bende pandoracığım, Muhabbet Çiçeğim, Gökkuşağının rengini mimliyorum.Bakalım arkadaşlarımız neden yazıyorlarmış.