28 Nisan 2009 Salı

Atamızı Anlamak ve Onu Yaşatmak Lazım...

Atamızın bu resmini de ben çok severim.Bu vatan, bu millet için gecesini gündüzüne katmış, hayatını adamış insan Ulu Önderimiz.

Atatürk,Türk'ün evladı,Türk.
Önder,asker,vatan kurtarıcı,yiğit,kahraman,Milletini canından çok seven insan. Akılcı, imanlı ve sağlam inançlı,uzağı ve geleceği gören devlet adamı,kurtarıcı öncü, dahi...fedakar, azimli, kararlı...mücadeleci...yılmayan ve yorulmayan kişi, geçmişe sahip çıkarak iyi bilerek geleceğe emin adımlarla yürüyen...dürüst,samimi,Milletine güvenen, Türk Milletinin güvenine layık olan ve bu güveni milletinin menfaatlerini koruyarak kendi başarılarını milletine mal eden, milletten kuvvet alıp millet için yoluna devam eden "Milleti yok olmaktan ve devletsiz kalmaktan kurtaran-var eden-" yok olmaya ve yok etmek isteyenlerle hesaplaşan, nerede, neyi, nasıl yapacağını en iyi hesap ederek başaran...her insan gibi fani,ama Türk Milletinin kalbinde sonsuzluğa kadar yaşayacak, bütün şehit ve gazilerin sembolü, Türk Milletinin birliği ile vatanın bütünlüğü...Desek okyanusta damlayı,bile anlatmış olamayız..."O" tarihin, başka bir eşi yok dediği; yüce mi yüce, yiğit bir Türk insanı"..."O" nu anlatmak zordur. Kitaplar yazsak, kütüphaneler dolusu, eserini yine izaha yetmez..."O" yaşayan Türk, Türkiye Devlet' tir.
Atatürk'ü anlamak anlatmaktan daha kolaydır.
"O" şehitlerin,gazilerin içinden birisi. "O" şehitlerin gazilerin şahsında topladığından, onların hepsi.
Allah'ın rahmeti onlarla beraber, Onlar Allah'ın en sevdiği kulları-en yakınları,
"Onlar" şehit, onlar Allah katında,
"Onlar" Türk Milleti, istiklal savaşını,emperyalist düşmana karşı vermiş, namus ve şerefini, bayrağını, vatanını, dinini,dilini, tarihini,kültürünü....var iken yok edilmesini, önlemiş ve bunu başarmış
"Onlar Türk Milleti".
"Onlar" Türk tarihi,
"Onlar" yok edilmekten kurtardıkları...şeref ve haysiyeti,dil,din inanç ve imanlı mücadelecileri,
"Onlar" Türk'ün dünü, bugünü, yarını,
"Onlar" dün Nemrut'un ateşe attığı, Türk Azer'in oğlu Hazreti İbrahim Soyunun, kandaş, soydaş ve aynı kaderi paylaşan; Türk'ün ateşle imtihanını "Türk'ü öldürmek değil-diri diri mezara gömmek" isteyen emperyalistlerin cehennem ateşini, gözyaşı, acı, çile ve kan ve canlarıyla söndüren, Allah'ın güzel ve sevgili kulları,
"Onlar" Urfa'da ateşin alevinin su, kösevinin balık olduğu göller.
"Onlar" çocukların, kızların,ihtiyarların zulüm işkencelere karşı, Allah'a el uzatan, yalvaran...masum Türk'ün acı feryat sesi, solunan nefesi...yarım kalmış muratları...her hevesini duyan, imdada koşan-yüce Allah'ın izin ve verdiği yetenek ve kuvvetle acıları dindiren. Ahı yerde bırakmayan, yüreği temiz, Türk'ün yüz akı, vatan alp-erenleri, Türk'ün karanlıkları aydınlatan ışığı, "Türk'ün sevdalısı-sevgisi-aşığı".
"Onlar" Anadolu...
"Onlar" anaların yüreğinde dop dolu,
"Onlar" güneşin doğuşunda, yıldızların parıldayışında,çiçeklerin renginde-nefesinde,kuşların ötüşünde, yaprağın yeşilinde, kıpırdayışında, bebeğin gülüşünde,ırmakların akışında...kuzuların meleyişinde..."onlar var"
"Onlar" mutluluğum, huzurum, istiklalim...Onlara nasip oldu, vatana ve millete candan hizmet...Türk'e has bir güzel, asil, şerefli, bir haslet...Var mı bundan daha üstün-yüce fazilet...
"Onlar" ecdadına layık oldu, gelecek nesillere örnek...dediler ki" korkakların hakkı değildir ölmek, ödleke yakışan,esaret sülüklük ve sürünmek...
"Onlar" gül bahçesine girer gibi, Anadolu toprağına vatan dediler, yedi bin yıldır, ölüme gülerek...
"Onlar" Türk Milletine can verdiler ,bilerek...

Bugünlerde Sayın Aydın MUTLU'nun kitabı "Türkiye'nin Evvelisi Gün, Dün, Bugün, Yarın Meseleleri" adlı kitabını okuyorum. Gerçekten gözümüzün açılmasını ve gerçekleri bize hatırlatması bakımından oldukça faydalı bir kitap olduğunu düşünüyorum. Herşey güllük gülüstanlık değil. Dün neydik, ne oluyoruz. Nerelere gidiyoruz bunu bilmek zorundayız. Kitabı okurken Ulu Önder Atamız ile ilgili bu yazısını da paylaşmak istedim. Zaten Atamızla ilgili bir yazı da yazacaktım.Yazarımız çok daha güzel tanımlamış. Çünkü yazarımızın dediği gibi onu anlatmaya kelimeler yetmiyor, anlamak ve yaşatmak lazım...

Yeni Bir Çalışma Daha...:))

Yine hafta sonu gece boş durmadım ve bu kutuyu yaptım. Buradaki yazımda önceki hafta sonunda kardeşimlerin bizde olduğundan bahsetmiştim. O hafta bu kutuyu yaparken kardeşimin eşinin de hoşuna gitti. Ona sana da yapayım dediğimde de çok sevindi. "Çok iyi olur, çok sevinirim abla." "Bende takılarımı koyarım" dedi. Bende MDF kutuyu geçen hafta aldım ve bu hafta sonunda da bitirdim ama henüz kendi görmedi. Her ikimizde çalıştığımız için henüz görüşmeye fırsat olmadı.İlk fırsatta kendisine teslim edeceğim. Umarım beğenir. Çünkü hepsinde de ayrı işlemler deniyorum. Bu kutunun yüzeyi de bambaşka oldu ama biz çok beğendik.Üzerindeki motifleri yine rölyef pasta ile yaptım. Bu arada hemen hemen aynı renk tonlarında çalıştığımıda farkediyorsunuzdur herhalde. Ancak bu yazımda da belirttiğim gibi elimdeki malzemeleri değerlendirmek adına yeni boyalar da almıyorum. Bu boyalarla çalışmalarımı gerçekleştiriyorum. Bu resim çok net görünmüyor.Halbuki daha net çektiklerim vardı ama onları işyerimdeki bilgisayarıma yüklememişim galiba.Umarım görüntüsü sizlere bir fikir veriyordur.Yoksa yeniden resim mi yüklesem...Ne dersiniz?

26 Nisan 2009 Pazar

Kurt Seyt & Murka...Hayatın İçinden...

Hikayeyi mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım. Ama anlatamadıklarım arasında da o kadar çok acılar ve duygu yoğunluğu var ki. Romandaki hayat sizi gerçekten içine çekiyor. Sanki o insanlarla o hayatı sizde yaşıyorsunuz. Kurt Seyt' e çok acıdım. İçim burkularak ve yine tabii ağlayarak okudum bu kitabı da. Bazen bu ağlamalarım metroda okumalarıma denk geldi. Gözlüğümün altından mendille gözyaşlarımı sildim etrafıma sezdirmemeye çalışarak. Umarım kimse farketmemiştir. Çünkü okurken kendimi öyle kaptırıyordum ki, çevreyi görecek halim yoktu. Buna rağmen elimden de bırakamadım. Her fırsatda okumak istedim.

Kurt Seyt'in hayatı acılarla, özlemlerle, kırgınlıklarla, mücadelelerle dolu. Hep kendi hayatından vermiş. Benim gönlüm isterdi ki; keşke Kurt Seyt ve Shura birlikte bir ömür paylaşsalarmış. Çünkü zaten vatanlarından, tüm sevdiklerinden uzakta olmanın verdiği acı ve elemle aynı duygu yoğunluğunu yaşıyorlardı. Birbirlerinin acılarını, özlemlerini, hüzünlerini aşkları ile bütünleştirip birbirlerinin yaralarına merhem oluyorlar, teselli buluyorlardı. Üstelik hayata bakış açılarının da aynı olması birbirlerini daha iyi anlamalarına en büyük etkendi.

Shura'dan sonra Seyt'in acılarına, hüzünlerine sürekli yenileri eklendi. Sonu da trajedik bitti maalesef. Kurt seyt'in duygularını, içindeki fırtınaları hiçbir zaman anlayamamış ve de paylaşamamış bir insan olan Murka onun bu acı sonunun sebebi diye düşünüyorum. Bu konu da Murka'yı suçlamıyorum tabii ki. Kader işte. Murka Seyt'in ruhunda kopan fırtınaları hiçbir zaman anlamadı, anlayamazdı. Ama anlayış gösterebilirdi. Kurt Seyt'i acılarıyla, hüzünleriyle, özlemleriyle, yaşam tarzıyla kabul etmeli ve ona mutlu olduğu şekilde ayak uydurmalı idi. Hep çıkmaza sokmamalıydı...

Yalnız Murka'da Kurt Seyt'i çok sevmiş. Ben kitabı okuduğumda dışarıdan bunu görebiliyorum ve eleştirebiliyorum ama olayların içinde olunduğunda tablonun bu acı yüzünü göremeyebiliyor insan. Eminim Murka'da bunu öncesinden görebilmiş olsaydı, sevdiği insanın daha iyi bir hayat sürmesi, mutlu olması için elinden geleni yapardı.

Kitabın Özetine kısaca değineyim:

1924 Baharında Kurt Seyt Shura’ dan ayrıldıktan sonra Murka’sı (Mürivet) ile yeni bir hayata başlar. İstanbul’da Beyoğlu’nda Kırım Lokantası açar. Karısı Kurt Seyt’in bu Beyoğlu’ndaki canlı, cıvıl cıvıl hayatına ayak uyduramamaktadır. Sürekli itirazları olur. Bu arada Murka hamile kalır ve doğum zamanına yakın annesini yanına almak ister. Bunun üzerine Murka’nın annesi Emine onların evine taşınır. Kurt Seyt ise zaten baştan beri Mürivet'in ailesi ile anlaşmazlık içinde olduklarından evde çatışmalar başlar. Mürivetin annesi damadını hiçbir zaman anlayamamaktadır. Bu çatışmaların ardından Kurt Seyt evden bir süreliğine ayrılır. Bu arada aileye Leman isminde bir kız çocuğu katılır. Seyt'i bulup evine getirirler. Zaten bu bebek Kurt Seyt'in de hazırlıksız olduğu ve beklemediği bir gelişmedir. Doğum ile birlikte evde kendini terk edilmiş hisseden Kurt Seyt bir süre yine evden uzaklaşır. Mürivet bazen kendisi bazen Kurt Seyt’in akrabaları yardımı ile kocasını bulur, evine getirttirir. Mürivet’in annesi de evdeki huzursuzluktan dolayı kızlarını da yanına alarak başka eve taşınır. Bu arada da ilkbahar biter yaz başlar. Beyoğlu’undaki lokantası canlılığını yitirmektedir. Bu sırada müşterilerinden biri olan Rum Yorgo’nun teklifi ile beraber Caddebostan’ da bir deniz gazinosu açar. İşler iyi gitmektedir. Mürivet(Murka) kocası ile beraber hiçbir zaman o eğlenceli hayata ayak uyduramamıştır ve eşini de bu hayattan uzaklaştırmak istemekte ve bu konu da baskılar yapmaktadır. Yaz sonuna kadar deniz gazinosu hareketliliğini korumaktadır. Yaz sona erer. Caddebostan’dan ayrılma vakti gelmiştir. Deniz gazinosuna getirmiş olduğu tüm eşyalar kendi Beyoğlu gazinosuna aittir. Ortağı ile anlaşmalarına göre sadece arsa ortağı yorgoya, tüm eşyalar, işletmesi Kurt Seyt ‘e aittir. Kazanç ortaktır sadece anlaşmaya göre. Ancak ayrılırken eşyalarını geri götürmesi üzerine ortağı sıkıntı yaratır ve eşyalarını vermek istemez. Ayrılırken ortağı ile düştüğü bu anlaşmazlık üzerine Seyt iyice hiddetlenir ve Yorgoyu da iyice hırpaladıktan sonra eşyalarını bırakır ve kazandığı onca parayı da yorgonun suratına serperek beş kuruş almadan oradan ayrılır. Bu şekilde varını yoğunu kaybeder. Bu olay üerine başka işler arar. Yaptığı kısa süreli işlerle tekrar küçük bir lokanta açar. Bu arada Kurt Seyt’in Amerika’ya gitme hayalleri vardır. Buradan biriktireceği parayla Leginatsa düşlerini gerçekleştirmeye çalışır. (Leginatsa, Rusya’dan Türkiye’ye göçen insanları Avrupa ve Amerika’ya göçünü sağlayan bir dernektir. Biriktirdiği paralarla Leginatsa’ya başvurur ve konuyu Mürivet’e açar. Ama Mürvet buna kesinlikte kabul etmez. Bunun üzerine Seyt’in bu hayalleride suya düşer Hatta Leginatsa’da onlara sıra gelmiştir, ama gitmezler. Bu başvuru içinde varını yoğunu harcamıştır. Lokantayı devreder. Aynalı Çeşme’deki evlerinde Mürivet’in annesinin yakınındaki bir eve taşınırlar. Kurt Seyt işsiz kaldığından hazır paralarını yemektedirler. Mürivet bu arada tekrar hamiledir. Ama Kurt Seyt’e bunu söyleyememiştir. Mürivet kocasının hayallerini yıkmış hem de hamileliğini gizlemiştir. Bir gün kocasına hamileliğini söylemeye karar verir ve söyler. Buna karşılık Kurt Seyt çok büyük bir tepki gösterir. Çünkü herkesin haberi vardır, ama kendisinin haberi yoktur. Kendisini aldatılmış hissetmektedir. Karısından hemen bu çocuğu aldırmasını ister. Mürivet doktora gider. Bunun olamayacağını öğrenir ve kocasına söyler. Kurt Seyt bunun üzerine, bir şeyler yapması gerektiğine karar verir. Gaz satmaya başlar. Bu sırada ikinci çocukları Şükran dünyaya gelir. Ama artık ekonomik sorunlar iyice büyümüştür. Bir gün Beyoğlu’nda arkadaşlarından birisi ile karşılaşır. Onun teklifi ile ailesine haber vermeden Veli Efendi’de çalışmaya gider. Mürivet kocasının bu gidişi üzerine perişan olur, ancak hiçbir ipucu bulamaz. Bir gün Aziz isminde birisi kocasından haber getirir. Böylelikle kocasının yerini öğrenmiş olur. Aralıklarla bu kişiden kocası ile ilgili bilgiler gelir. Bir gün Kurt Seyt Mürivet’i yanına çağırır. Mürivet hemen ertesi gün yanına çocukları ve annesini de alarak Veli Efendiye kocasının yanına gider ve beraberce geriye dönerler. Akrabası Yahya’nın yardımı ve biriktirdiği paralarla küçük bir lokanta daha açar. Kurt Seyt, Vapur İşletmelerinin sahipleri Mehmet ve Osman Beylerle yaz için Altınkum’da bir plaj-restoran kurma kararı alırlar. Yazın başlaması ile beraber bu gazinoyu hemen açarlar. Mürivet Zaman zaman çocukları ile gelir. Bu eğlence anlayışına alışmaya başlamıştır ne de olsa. Mürivet, Seyt'in Aluşta’daki ailesine bir gün mektup yazmak ister. Seyt'ten adresi alıp mektubu yazar ve gönderir. Mektuba bir süre sonra cevap gelir. Gelen cevap çok sade ve anlamsızdır. Mürvet sevinmekle birlikte buna anlam veremez. Baba Eminof'un Seyt'in adını anmaması daha da düşündürmüştür. Ancak yine de bu sevincini Seyt'le paylaşır ve düşüncelerini de Seyt'e açar. Seyt' te gelen giden mektupların incelendiği için detaylı yazılmadığını söyler ve kendisinin de bu konuda dikkatli davranmasını ister. Bu böyle birkaç defa tekrar eder. Sovyet yönetimindeki baba Eminof çok mutludur. Ancak bu haberleşme bir süre sonra Eminof ailesine zarar vermeye başlar. Hatta sonunda Kurt Seyt’in kardeşi ve eşinin öldürülmesine neden olur. Aluşta’da bunlar olup bitince mektuplarda kesilir. Kurt Seyt, kış için Pera’da yeni bir lokanta açar ve buradan da iyi para kazanmaya başlar. Buranın yakınlarında bir eve taşınırlar. Çocukları iyi bir hayat sürmektedir. Yazın başlangıcı ile beraber bir arkadaşı ile beraber Tarabya’da Maksim gazinosu açarlar. Bu gazino kısa bir süre sonra belli başlı bir eğlence yeri olur. Varlık artmaya ama huzur azalmaya başlamıştır. Mürivet kocasının çok içtiğini bahane ederek devamlı sorun çıkarmaktadır. İçki ise, Kurt Seyt’i rahatlatan, geçmişe hem yaklaştıran, hem de uzaklaştıran yegane bir araçtır. Bu çatışmaların sonunda Kurt Seyt bütün işi devreder. O şaşalı yerden taşınırlar. Eşinin yanında bulunacağı ve çalışmayacağı kararını alır Kurt Seyt. Yine hazır para yeme zamanları gelmiştir. Zamanla eldeki avuçtaki eriyip gitmiştir. Bunun üzerine Kurt Seyt çalışması gerektiğini görmektedir. Hayatları böyle inişli çıkışlı, acılı, sıkıntılı geçmektedir. Bu her yaşanan olay Seyt'in hayatında derin yaralar açmakla birlikte yine de ailesine bağlılığı ve eşine olan sevgisi için çok mücadele vermektedir. Bu zorlu hayatlarında Mürvet'te işe girmiş eve katkıda bulunmaya başlamıştır. Bu sırada Mürvet iş kazası geçirir ve küçük parmağını kaybeder. Bu Seyt'i daha da kahreder. Kurt Seyt son şansını Ankara'da denemiştir. Orada da bir süre lokanta işletmeye başlamış ve burada bulunduğu süre içinde eşine nerede olduğunu bildirmemiştir. Kendini toparladıktan sonra Mürvet'e mektup yazar derhal Ankara'ya gelmesini ister. Mürvet işini bırakıp çocukları ile Ankara'ya gelir. Kurt Seyt Ankara'da lokanta işinden sonra da halı ticaretine başlar. Kayseriden halı alıp Ankara'da satmaktadır. İşte böyle bir zamanda Kurt Seyt yine Kayseri’ye gitmiş malzemelerini almış Ankara’ya dönüyordu. Tren yoluna düşen bir çığ ile iki gün yolda kaldılar. Kompartmanındaki genç ve çocuklu bir kadının perişan durumuna dayanamayarak kadına kendi paltosunu vermişti. Bu olay onun hayatında olabilecek en zor durumlara düşmesine neden olmuştu. O iyilik yapmıştı, ama kendisine yapabileceği en büyük kötülüğü de yapmıştı. Bunun üzerine zatüree oldu. Bu hastalık onun hayatında bir daha düzen kurulamamasına ve sağlığını kaybetmesine neden olmuştu. Bir daha iyileşemedi, İstanbul’a döndüler. Yine iyileşemedi. Hastalıktan, eşinin geliri ile geçinmek, işe yaramamak ve de tedavi masrafları yaşama arzularını öldürdü. Hayata bağlılığını koparttı. 25 Ekim 1945 ‘de bu hayata daha fazla devam edemeyeceğine karar verdi ve intihar etti.

Hikayeyi mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştım ancak o kadar çok yaşanmışlıklar var ki, daha nasıl kısaltabilirdim bilemiyorum. Okunmasını tavsiye edebileceğim mükemmel bir kitap.

23 Nisan 2009 Perşembe

Çocuklarımızın ve Egemenliğimizin Bayramı!..

Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramı. Sevgili Atamızın Türk çocuklarına armağanı. Ben başta kendi kızım olmak üzere tüm çocukların bu bayramını kutluyorum.Ulu Önder Atamızı da saygıyla ve rahmetle bir kez daha anıyorum. Bu 23 Nisan da diğerleri gibi coşku içinde kutlandı. Bu bayramımızın en önemli özelliği Türk çocukları ile dünya çocuklarını aynı amaç için buluşturması ve kaynaştırması...Dünyaya barış ve sevgi mesajları verilmesi. Çocuklar aracılığıyla tüm dünyaya duyurulmasını Sevgili Atamız ne güzel düşünmüş. Çünkü çocuklar saf, temiz kalpli, geleceğe umut veren ışıklar. Tabii ki barış, kardeşlik, sevgi mesajını onlardan daha iyi kimse veremez...23 Nisan Kutlu Olsun!..Tüm çocuklar mutlu olsun...

Resimde kızıma ait. Resimde tüm dünya çocukları ile barış ve kardeşlik duygusunun yaşandığı mesajını vermiş. ...

21 Nisan 2009 Salı

Masa Üstüm Karışık...

Yine bir mimle karşı karşıyayım. Bu sefer sevgili arkadaşımız Aysed beni masa üstü görüntümde ne olduğu konusunda mimlemiş. Bu mim kolay olmakla birlikte benim için gerçekten öyle zor ki. Çünkü her an değişiyor masa üstüm. İşyerimdeki masa üstümde genellikle ailemin resimleri vardır. Çünkü sabahtan akşama kadar ancak böyle hasret giderebiliyorum. Bazende doğa resimleri oluyor. Doğaya aşık biri olarak ve de işyerimin bulunduğu yerin bu güzelliğe sahip olmasından dolayı bol bol resimler çekip masa üstüme de atıyorum.Evdeki bilgisayarımızda ise genelde tercihleri benim İrem Kızım belirliyor.Ya sevdiği hayran olduğu kişilerin resimlerini, ya da kardeşi ile kendi resmini, ya da bazen çizdiği resimlerden koymakla birlikte evdeki bilgisayarımızda da sabit değildir masa üstümüz.

20 Nisan 2009 Pazartesi

Bir Kitap Kurdu da Benden...:))

Geçen hafta sonumuzda dolu dolu geçmişti. Küçük kardeşimler bize gelmişti. Bu arada biz üç kardeşiz. İki erkek kardeşim var.Ben en büyükleriyim.Küçük kardeşim üç yıl önce evlendi. Küçük kızım onların düğününden tam bir ay sonra dünyaya geldi. Onların henüz çocukları yok.Diğer kardeşimin de iki çocuğu var. Bir kız, bir erkek. Didem'le İrem'de aynı yaşta olduklarından zaman zaman birlikte vakit geçirirler. Geçen hafta eşim İrem'le Didem'i tiyatroya götürdü kahvaltıdan sonra. Bende evde temizlik yaptım kardeşim ufaklıkla ilgilenirken.Kardeşimin eşi Meral'de sağolsun bana yardımcı oldu. Akşam üzeri de bizim çok sevdiğimiz çocukların da bizimde çok keyif aldığımız bir parkımız var. Yemekten sonra oraya gittik çay içmeye.
Eee! tabii ben parkta bile boş durmadım. Bir taraftan çaylarımızı içerken bir taraftan da kitap kurdu ördüm ve gülmeyin lütfen!.. Araba da (ön koltukta tabii) eve gidene kadar örmeye devam ettim. Kendime bende kızıyorum. Niye böyleyim diye. Rahat olmak, hiçbirşey yapmamak istiyorum ama yine boş duramıyorum ya! Bu ne çelişki. İnanın bende kendimi anlayamıyorum. Ama gerçi Meral için örüyordum onu. O da çok beğendi. Çocuklarla eşimler ilgilendiler, çay servisini Meral yaptı. Bana da örgü örmek kaldı.
Sevgili Betül Hanım'ın bloğunda gördüğüm kitap Kurdunu kitap sever olarak çok beğenmiştim ve bundan bende yapmalıyım dedim. Mutlaka okuduğum kitaplarda bulunsun istedim.Üç tane ördüm ama görenlerin beğenisi üzerine hediye olarak verdim.Bir tane de mavi örmüştüm. Onun resmini çekmeyi unutmuşum.Didem çok beğendi.Onu da yeğenim Didem'e verdim. Yeşil olanı da Meral'e verdim. Kırmızıyı da İrem'in öğretmenine hediye gitti ama mutlaka kendime de örmeliyim.Bunları geçen hafta sonu yapmıştım aslında. Ama bugün yayınlayabiliyorum.
Bu arada yeşil tam bir kitap kurdu oldu ama.
Bu arada bloğuma çok vakit bulamıyorum ama üç tane de kitap okudum.O kitaplardan da bahsetmek istiyorum. Şu an elimde Kurt Seyt ve Murka var. Sona yaklaştım.
Mim konuları var.
Bu hafta sonumdan hiç bahsetmeye fırsatım olmadı.
Kısacası anlatacak o kadar çok şey var ki. Ben güncelleyemediğim için geriden geliyorum maalesef. Neyse, güzel bir hafta sonu diliyorum hepinize. Sevgiyle ve sağlıkla kalınız.

16 Nisan 2009 Perşembe

Bir Kutucuk Daha...

Daha önce burada da bahsetmiş olduğum gibi elimdeki malzemeleri değerlendirmek adına bu kutuyu yaptım hafta sonu. Ama bu işi yapan arkadaşlarımın da bildiği gibi tüketmeye çalıştıkça ek ilaveler çıkıyor maalesef. Mesela ben bu MDF kutuyu ve üzerindeki polyester çiçek buketini de aldım bu sefer. Maalesef malzemeler sıfırlanmıyor. Ama olsun böylece de ortaya hoş şeyler çıkıyor. Beni takip eden arkadaşlarımın bazılarının bu kadar yoğunluğunun arasında nasıl becerebiliyorsun bunları diye şaşırdığını da biliyorum. Ya atom karınca diyelim isterseniz ama inanın bir dakika bile boş oturmuyorum. Aslında bu kadar aktif olmak iyimidir? Yoksa kendimi çok mu hırpalıyorum bilmiyorum. Ben birşeyler yapmaya karar vermişsem, onu yapmadan asla uyuyamam. Uykusuz kaldığım zamanlar da çok oluyor böyle durumlarda. Bu kutuyu da hafta sonu balkonda küçük masanın üzerine yerleştirdim. Gittim geldim. Her birinde gerekli işlemi neyse onları yaptım. Boyadım. Daha sonra boya kuruyana kadar içeride diğer işime yöneldim. Geldim rölyef pastasını sürdüm. Üzerine bir poşet yerleştirdim ve o poşetin doku oluşturması için bastırdıktan sonra yavaşça poşeti kaldırdım ve bu oluşan dokunun kurumasını bekledim. O da kuruduktan sonra tekrar boyasını sürdüm, o da kurudu. Daha sonra parmak boyasını sürdüm. Bu arada ince fırça ile çiçek buketini boyadım. Her ikisini de vernikledikten sonra tekrar kurumalarını bekledim. Bekleme sürelerinde de diğer işlerle ilgilendim. Ben bütün bunları yaparken kardeşimlerde bizde idi. Kardeşimin eşinin de çok hoşuna gitti.Şimdi ona da yapacağım.Bu yüzden bir kutu daha aldım ve ilk fırsatta ona da yapacağım. Eeee! tabii evde birde bana destek olan yardımcılarımda olunca hiç de zor olmuyor görüldüğü üzere.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Halkla İlişkiler Sabır İster...:))

Arkadaşımdan gelen mail. Okuyunca beni eski bankacılık günlerime götürdü. İnanın, aşağıdaki olayların benzerlerini (ben ve şubemizdeki diğer arkadaşlarımda) o kadar çok yaşadık ki. Şimdi komik geliyor ama gerçekten yaşarken bayağı bir sıkıntı yaşadığımız durumlardı. Müşterilerin zorluk çıkarması, anlamamakta ısrar etmeleri. Bu sefer arka sıradaki müşterinde olaya girmek istemesi."kardeşim memuru neden meşgul ediyorsun, burada işimiz gücümüz var" diye ya ters bir laf ederlerdi, ya da müşteriler arasında münakaşa çıkardı. Tabii bunun yanında insanları yatıştırmak da yine bize düşerdi.
Neyse şimdi gülelim.
Daha sonra bende buna benzer anılarımdan ve bankacılık günlerimden bahsetmeye çalışacağım ilk fırsatta.

Müşteri-para çekecektim.
memur- hangi hesaptan
Müşteri- benimkinden.
Memur- tamam beyefendi de sizin hesap numaranız kaç?
Müşteri - bilmiyorum.
Memur- isim neydi?
Müşteri- benim gendimin mi?
memur- YOK E... (demiyo tabii..)
********
Memur - günaydın. sizin işlem neydi?
(bir arkada bekleyen bayan ) :
-sohbet etmeyi bırak da işini yapsana kardeşim. !
********
MÜŞTERİ : Ben aycell faturasını bankadan yatırdım.Ama hattım borcundan dolayı kapandı.
Memur- Nasıl olur? Biz aycell tahsilatı yapmıyoruz ki?
Müşteri- Ben oyak'dan yatırdım zaten.
Memur- ?
Müşteri - Ona bi baksak. Olmuyo mu? Oyak çok kalabalık da...
Memur- Olur mu kardeşim. Ben nasıl görürüm oyağın hesaplarını?
Müşteri- Şundan baksan? (bilgisayarı gösteriyor.) Hani onlar da oradan bakıyo da. Olmuyo mu öyle?
memur- Oluyo canım. Hatta elim değmişken tapu da, muhtar falan da işin varsa onu da aradan çıkaralım.
************
Bankacı- Doğum tarihiniz?
Müşteri- 57
B -Tam tarih alıyım?
M- 1957
***********
(Kredi kartları için call center, genelde anne kızlık soyismini ve mezun olunan ilk okulu güvenlik şifresi olarak kullanıyor)
B- Mezun olduğunuz ilk okul?
M - Ben lise mezunuyum.
B- Tamam da bana ilkokul adı lazım.
M- İyi de ben liseyi bitirdim!
B- ?
********
B - Anne kızlık soyismi?
M- Bilmiyorum.
B- (pratiğiz ya!) Dayınız soyismi ne?
M- Ya bi kart vereceniz taa dayımı karıştırıyonuz. İstemem kart mart. (hışımla şubeyi terk eder.)
********
B- Meraba ben Serkan nasil yardimci olabilirim?
M- Benim telefonda bi problem var bankomatta islem yapamadim
B- Peki ilk önce telefonunuzun ''menü' tusuna sonra da ''5''tusuna basin...
M- Evet... Tamam...
B- Ekranda ne var simdi?
M- Show tv...
B- ???
********
B- Iyi günler kredi karti basvurunuz için aramistim sizi...
M - Tabi buyrun..
B- Mesleginiz nedir acaba?
M- Hayat kadini...
B- Özel sektör yaziyorum ben...
M- O da olur!...Kamu yazsanız.....
********
Kadin : Merhaba ben kredi kartinizla köpek almistim...
yetkili: Evet efendim?...
Kadin : Bu köpegin kulaklari duymuyor. Acaba sigorta kapsamina giriyor mu?
Yetkili: Ben bi üstüme danisiyim !!!?!!...
********
B- Iyi günler, hosgeldiniz, nasil yardimci olabilirim?
M- Para çekemiyorum ben...
B- Sifrenizi yanlış giriyormuş sunuz Ahmet Bey!...
M- Sifre mi? Benim sifrem hep aynidir, Istanbul'un kurtulusu...
B- Lütfen, bana sifreyi söylemeyin efendim.
M- Hah, tamam hatirladim, 1956!!!
B - Efendim o Istanbul'un kurtulusu degil ama...
M- Yaaaa!... Kaçti Istanbul'un kurtulusu?
B- Efendim ben malesef söyleyemem bunu size.
M- Niye sen de mi bilmiyosun?...
B- Biliyorum, ama güvenlik açisindan benim sifreyi bilmemem gerekiyor.
M- Ben sana sifreyi sormuyorum ki!... Istanbul'un kurtulusunu soruyorum.
B- Evet, ama... ???!!!
********
Buyrun Bankacilik Destek- Alo ben Konya,
M-Ya benim bu printer çalismiyor!...
B- Windows tamı çalısıyor?
M- Evet
B- Bilgisayar printeri görüyor mu Konya?
M- Evet, karşı karşıyalar!...
********
B-Güvenliginiz için bir kaç soru sormam gerekiyor.
M-Dogum yeriniz?
B- Erzurum...
M- Dogum tarihiniz?
B- 23 Ocak 1957
M- Annenizin evlenmeden önceki soyadi?
B- Anamı karıştırma lan bu işe!
M- ?????!!!!!
********
Trabzolu vatandaş telefonla bankayı arar:
M- Şu an bankanızın ATM'sinden maaşımı çekemiyorum.
B- Üzgünüz efendim geçici bir hatadan ötürü şu an tüm sistemlerimiz off'tadir. (Bir saat kadar sonra müşteri yine arar)
M- Ben şu an Of'tayım ve hâlâ paramı çekemiyorum...

13 Nisan 2009 Pazartesi

Erkek Ya da Kadın Olmak...

Yine enterasan bir mim konusunda sevgili arkadaşım Smilena beni mimlemiş. "Konusu da erkek olsan yapacağın ve yapmayacağın beş şey nedir?" diye.

Doğrusu bende kendimi erkek olarak düşünemiyorum. Geçmiş yıllarda bazı insanlarla aynı ortamlarda bulunduğumda konuşurlarken "eğer şanslı olsaydım, anamdan erkek olarak doğardım" gibi sözlerine şahit olurdum. Doğrusu bir anlam da veremezdim bu söze. Şans erkek olmakta mı? Bana göre erkek-kadın farketmez. İnsanız sonuçta. İnsan gibi yaşamayı bilmeliyiz. İnsani olarak üzerimize düşen görevleri sorumlulukları yerine getirmeliyiz. Gerek kendimize, gerek ailemize ve çevremize, gerekse tüm insanlığa. Erkek de kadında kendi üzerine düşeni yapmalı, sorumluluklarını yerine getirmeli ve hayatını da en güzel şekilde yaşamalı imkanları el verdiği kadarıyla. Şimdi gelelim konuya:

Erkek olsam yapacağım beş şey:
Centilmen olmak,
Sorumluluk sahibi olmak,
Kültürlü,kibar olmak,
Bakımlı olmak,
Sevgi dolu ve samimi, içten olmak.

Erkek olsam yapmayacağım beş şey:
Kaba-saba olmak,
Vaktini boşa harcamak,
Kötü alışkanlıklara sahip olmak (içki, kumar, sigara vs.)
Sorumsuz olmak,
Ahlaksız olmak.

Sonuçta bana göre kadın-erkek eşittir. Bu yazdıklarım kadınlar içinde geçerlidir. Bende bu mimi Muhabbet Çiçeğime göndereyim.Sevgilerimle... Ben de Güzel bir hafta diliyorum.

8 Nisan 2009 Çarşamba

Amigurumi Kalemliğimiz...

Daha önce bahsettiğim gibi amigurumi de uzman olan arkadaşlarımdan özenerek bende imkanlarım ve fırsatım el verdiğince birşeyler yapmak istemiştim. Benim ki, tamamen hayranlık ve de kendimi sınamaktı. Acaba bunu da becerebilir miyim? diye. Yoksa arkadaşlarımın el becerisine yetişmem mümkün değil. Ama gelin görün ki, yapmak istediğim bir hayvancık, artık ne olma yolundaydı onu da hatırlamıyorum. Eşekcik mi? Ayıcık mı? ya da başka birşey mi? Ama ola ola kızıma kalemlik oluverdi. Tamamen hesapta olmayan birşeydi. Gerçi kızım ne zamandır "anne bana kalemlik ör" diyordu ama ben cesaret edemiyordum. Neyse canım, böylece kızımın gönlü de olmuş oldu. Amigurumi oyuncağımın şekil değiştirmesinin nedeni ise meğerse örme işlemlerinde artırmalar, eksiltmeler oluyormuş. Ben onu düşünemediğim için düz bir örgü çıktı ortaya. Hadi öyle olmuşken, "diğer eşini de örüp, kalemliğe çevireyim" dedim. Tam fonksiyonel bir kalemlik oldu. Fermuar da diktim. Kızım şimdi beğenerek kullanıyor.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Dünden Kalanlar...

Bu hafta sonumuzda dolu dolu geçti. Sabah kahvaltılarımızı keyif alarak, aceleye getirilmeden yapıldı. Parka gidildi. Cumartesi annemler yazlığa döndüler. Biz cuma akşamından vedalaştık. Annem "sabah erken çıkarız, rahatsız olmayın" dedi. Canım anneciğim. Akşam birbirimizi öpe koklaya zor ayrıldık. Ne kadar büyüsek de onların minik yavrulayız biz. Anneciğimle ne zaman ayrılsak, hep ağlar.Yazın yanlarına gittiğimizde , geri dönüşlerde bizi uğurlarken bile çok ağlar. İtiraf etmeliyim ki, annem içinde, bizim içinde akşamdan vedalaşmak daha iyi oldu. Çünkü her akşam bizi yemeğe aldığında sıradan akşamlardan biri gibi uğurlandık kapıdan. Ama gözler yine buğulandı. Sabah göndermek daha da zor olurdu. Hem bizim için, hem de onlar için. Şu an oradalar.

Bizde Cumartesi öğleden sonra ailecek dışarı da yemek yedik. Oyun merkezine girdik. Orada kızlarımızla birlikte bizde eğlendik. Daha sonra da neredeyse uzun zamandır görüşemediğimiz dostlarımıza gittik. Onlarda sitemlere başlamışlar. Telefon hattımı da yeni değiştirdiğim ve bende arama fırsatı bulamadığım için görüşmeyeli uzun zaman olmuştu. Cumartesiden güzel bir gün böylece bitti.

Pazar günü yine keyifli bir kahvaltıdayken, evde geçirmek planları yapıyorken bu sefer de İlknur arkadaşım telefon etti. Bugün bize gelin diye. İlknur'la da uzun zamandır görüşemiyorduk. İlknur'da benim çok eski dostlarımdan biridir. Evlenmeden çok öncelerine dayanıyor arkadaşlığımız. Evlendikten sonra eşlerimiz de dost oldular. Çocuklarımızda. Ailecek görüşmeyi sevdiğimiz, keyif aldığımız arkadaşlarımızdandırlar.

Neyse gitme kararı verildi. kahvaltıdan sonra evde temizlik yapıldı. Normal bir temizlik. Öğleden sonra gittik. Güzel, hoş birgün geçirdik. Akşam eve gelip, kızlarımı uyuttuktan sonra gece geç saatlere kadar ütü yaptım ve sabah da hafta sonu yorgunluğu ile göreve başladım. Ama tatlı bir yorgunluk tabii ki. Dostlarla geçirilmiş hoş bir hafta sonu. En kötü günümüz böyle olsun inşaallah.

Ayrıca pazar günü de aşkımla evliliğimizin 12. yıldönümüydü. Yıldönümümüzü de dostlarımızla geçirmiş olduk. Birlikteliğimizin 14. yıldönümündeyiz. Hatta çocukluk aşkımdır kendileri. Evlilikler aşkı öldürür diye duyarız. Evliliklerin zamanla alışkanlıklara dönüştüğünü de söylerler. Ben bunlara inananlardan değilim. Aksine her geçen gün daha da artarak büyüyen bir sevgiye sahibiz. Ama sadece sorumluluklarımız da artış ve yoğunluk oldu. Onu da sevgiyle, paylaşımla keyifle üstesinden gelebiyor insan.Onun dışında gerçek bir sevgiye sahipseniz, asla aksini düşünmek doğru değil. Eşimi çok seviyorum. İyi ki birbirimizin hayatındayız. Allah sağlıkla, mutlulukla, sevgiyle, huzurla, çocuklarımızla nice seneler nasip etsin, cümlesiyle birlikte inşaallah...AMİN!..Güzel bir hafta diliyorum.Sevgiyle ve sağlıkla Kalınız...

3 Nisan 2009 Cuma

Birinci Yıldönümümden Yine Merhaba Sizlere...

Bloğuma başlayalı tam bir yıl oldu. Bu bir yıllık dönemlerde sıkılmışlıklarım, hayal kırıklıklarım, soğumalarım oldu. Bunu zaman zaman sizlerin de yaşadığını biliyorum. Artık birbirimizin duygularını, düşüncelerini çok iyi anladığımızı da biliyorum. Hepimiz burada gönlümüzden geçenleri paylaşıyoruz. Sanal da olsa duygu birliği yaşıyoruz. Bu nedenle de aramızda gönül bağı oluşuyor. Ne mutlu!..

Burada yazmaya başlamam ise; tüm arkadaşlarım gibi yazmak, duygularımı, düşüncelerimi, hayata ve bana dairlerimi paylaşmak istiyordum. Daha önce takip ettiğim blokların, web sayfaların özel kurulumla ve ücret karşılığında yapıldığını düşünüyordum. Çünkü eşim kendi işyerindeki web sayfasını özel bir bilgisayar programcısına hazırlatmıştı. Bu konuda bende bir atak yapmayı düşünüyordum. Eşiminde bu konuda bana yardımcı olmasını istiyordum. Kafamda böyle bir düşünce varken işyerimden bir arkadaşım kendisine blog açtığını söyledi. Takip etmem için bana adresini verdi. Bazen insan gözünün önünü göremez ya, işte bu arkadaşım tarafından uyandırılmıştım. Ne zamandır bende böyle birşey düşünüyordum dedim kendisine de. Halbuki google'dan böyle bir yardım istesem, anında bana yol gösterebileceğini, akıl etmek aklıma bile gelmemişti. Sağolsun arkadaşım bu konuda uyanmamı sağladı benim. Ben de ilk fırsatta blogspot’ta kendime bir blog oluşturdum. İlk zamanlarda acemilikler yaşadım. Nasıl kullanacağım, kendime özel nasıl alan oluşturabilirim konusunda hatalarım oldu. Ben daha öncesinde daha çok el emeği, yemek bloglarını takip ediyordum gizli izleyici konumunda. Bende hayata dair ne varsa, paylaşmak düşüncesi ile yola çıkmak istiyordum. Her konuda kendime ait duygu, düşünce, el emeği, bilgi birikimi, okuduklarım, yaşadıklarım ne varsa paylaşmak, fikir ve bilgi alışverişinde bulunmak, güncelerimi ileriye dönük arşivlemek istiyordum. Bu vesile ile de hep birlikte çok şeyler öğrendik birbirimizden. Dostluklar kazanmak da en güzel tarafı hiç kuşkusuz. Buradaki paylaşımların en içten ve samimi olduğuna da inanıyorum ben. Çünkü bilmediğim çok şeyi sizlerden öğrendim. Ayrıca son zamanlarda buradaki sanal dostlukların karşılıklı tanışılıp gerçek hayata taşınmasından dolayı da çok mutluyum ben. Umarım bu vesile ile herkesin dostları çoğalır. Dostluklar, sevgiler artarak büyüsün ve yücelsin inşaallah. Sevmeyi bilen, sevilmeyi de hak eder. Bu hepimiz için geçerli. Sevmeyi bildiğimiz sürece sevilmeyi de hak ediyoruz demektir. Bizler buna önderlik edelim. Biliyorum ediyoruz da… Sevgiyle ve sağlıkla kalınız...

1 Nisan 2009 Çarşamba

Annemin Elinden...

Canım anneciğimin bana örmüş olduğu atkı ve şalımı da yayınlamak da geç kaldım. Havalar ısınıyor.Kış boyu kullansam da resimlerini çekmek, ya da bilgisayara aktarmak aklıma gelmedi. Bugün işyerimde öğlen o güzel doğaya sahip geniş alanı kapsayan bahçemizde dolaştım.Hava çok güzel, güneş inanılmaz iç açıcı ve de ısıtıcıydı. Artık üzerimizdekiler ağırlık yapmaya başladı.Hafif şeyler giymek istiyorum. Ama kış boyu gerçekten de severek kullandığım çok şık ve de rahat bir atkıydı
Şalım da bloglarda da gördüğüm şu üç boyutlu şal dediklerinden. Sanıyorum üç kez örülüyor. Anneciğim siyah örmüş ama siyah daha kullanışlı oldu benim için. Bu şalımda hafif olduğu için ben atkı niyetine kullandım mantomun içinden.Valla niye yalan söyleyeyim nasıl ördüğüne dair anneme sormak hiç aklıma gelmedi. Şimdi bu yazıyı yazarken kafa yordum sadece. Aslında bazı modelleri bakarak çıkartabilmeme rağmen bazılarını da ancak tarif üzerine yapabilirim. Ama birçok konu da olduğu gibi bu tür işlerde de, nasıl olsa canım anneciğim bana yapar diye hiç kafa yormuyorum. Aslında bizlere perde, yatak örtüleri, danteller neler yapmadı ki, canım benim. Ama kullanamıyorum ben. Onlara özel itina göstermek lazım. Çünkü el emeği, göz nuru. Kıyamıyorum ve kızlarıma sakladığım için kaldırdım.