22 Mart 2011 Salı

Mart Kapıdan Baktırır, Kazma Kürek Yaktırır...

Atalarımız ne güzel söylemişler."Mart Kapıdan Baktırır, Kazma Kürek Yaktırır" diye... Mart ayı ile baharın geldiğini düşünürüz. Bir bakarsınız ki her yer günlük güneşlik, bir de bakarsınız ki sabah uyandığınızda  her yer bembeyaz.İnsanı şoke eder bu durum. Ankara'da zaten uzun geçen kış ayları nedeni ile kendimizi baharın geldiğine inandırmaya çalışırız ama hayali olur bu durum genelde. Aslında Nisan ayında bile karın yağdığına tanık olmuşuzdur. Mayıs'ta da yağmış mıdır ben hatırlamıyorum ama zaten havalar da Haziran ayının ortalarından sonra ısınmaya başlar. Yazlar çok sıcak olmakla beraber kısa sürer. Yalnız bu yıl kış kışlığını geç de olsa gösterdi. Tam üç kez kar yağdı. İlki hakkında bu yazımda bahsetmiştim.


İkinci karımız da 29 Ocak'ta yarı sömestr tatilinin başlamasından birgün sonra yağmıştı. O karımızdan bahsedememiştim. Bahsetmek istedim çünkü her yıl böyle bir kış yaşamıyoruz. İnsanların kendi aralarında veya benim konuştuğum kişilerden en son 1996 yılında yağdığını söyleyenler veya 1980'li yıllardan bahsedenler bile vardı. Benim ise hatırımda kalan 2000 yılında büyük kızımın doğduğu dönemlerde doğum sonrası izinlerim bittikten ve ben bankadaki işime döndüğümde eve gelirken ve giderken yaşadığımız sıkıntılardı. Hiç unutmuyorum o zamanlarda böyle yoğun kar yağmıştı. Kapımızın önünde arabamız olduğu halde arabayı çıkartamıyor ve taksiye binmek zorunda kalıyorduk. Birgün eşim beni almaya geldiğinde arabamızla yokuş aşağı arabamızın dönerek indiğini hatırlıyorum. Velhasıl benim hatırladığım on yıl öncesi böyle bir kar yağışına tanık olmuştum. Geçen yıl böyle bir kar yağışı olmamıştı.

Sömestr tatilinin ertesi günü biz arkadaşlarımızla Ilgaza geziye katılacaktık. Bu kar yağışı nedeni ile gezimizde iptal oldu. Kar yağışı hayatı olumsuz etkilese de , yolda olanlar özellikle sıkıntı yaşasalar da, insana huzur ve keyif veren yanı ile çocuklar kadar yetişkinleri de sevindiriyor. Bizde bu ikinci karda çocuklarımızı kar havasına çıkarıp, eğlenmelerine destek verdik, kardan adam yapmalarına yardımcı olduk.Onların oyununa, sevincine, keyiflerine ortak olduk.
En son karımızda 8 Mart'ta yağdı. Bu sefer kar bizi iş çıkışı yakaladı.O gün dışarıda olan insanlar, işten evlerine dönerken epey sıkıntı yaşadılar. Benim evim işyerimize yakın olduğu için en fazla bir yarım saat gecikme olmuştur ama uzakta olanların evlerine ancak gece yarısı ulaştıklarını biliyoruz.Arkadaşlarımızdan yolda olanlara ulaştığımızda yol durumlarından haber alıyorduk. Hatta evlerine ulaştıklarında telefonla arayıp gece 11,00-12,00 civarlarında yeni geldiklerini söylüyorlardı.Otobüslerle evlerine gitmekte olan bazı insanlarında Eskişehir yolundan Sıhhiye'ye kadar yürüdüklerini duyduk.Çok meşakkatli durumlar.Aslında genel olarak insanlarında bu tür sıkıntıları yaşamasında katkısı olmuştu o gün. İmkanları olanlar toplu taşım araçlarını kullanmış olsalardı, trafikte bu kadar sıkıntı yaşanmazdı.Ayrıca insanlar tedbirsiz yollara çıkmışlardı o gün. Hiç bir araba da zincir yoktu.Neyse bunlar olayın başka boyutu.
Bütün bunlar biz insanların tedbirli davranması ile çözülecek durumlar.Kar yağmalı. Kış ayı kışlığını göstermeli ve dünyanın iklim dengesi bozulmamalı. Çocuklar kar havasını teneffüs etmeli. Karla birlikte eğlenmeli.
Bundan sonrasını resimlerime göre anlatacağım. En yoğun kar bu son kar oldu. Nerdeyse diz boyuna ulaşmıştı. Buna rağmen birkaç gün içinde havaların ısınması ile de eridi. Bu hafta ise havalar tekrar soğudu ve kar atıştırdı ama tutacak gibi değil tabii. Yine de belli olmaz.Her an yağabilir ve her taraf bembeyaz olabilir. Şu Nisan ayını geçirene kadar bu durumlara hazırlıklı olmalıyız. Hemen bahar havasına girmemeliyiz.
Kızlarım dışarı da evcilik oyunundan da vazgeçmediler. Karla yemek yaptılar güya...Şekiller çıkardılar. Yapraklar, tomurcuklar topladılar.
Bu da bana ikram ettikleri yemek...:)) Eve götürmek çok güç oldu.
 "Kızım hasta olursunuz içeri girelim" dediğimde Minik kızımın girmemek için söylediği sözse yüzümü güldürdü..."Anne kar yeteneksiz insanları hasta eder."..:)))

21 Mart 2011 Pazartesi

Ben de Ne Var, Ne Yok!!!....

Bloglar kapatıldı mı? Kapatılmadı mı? Bazen girebiliyoruz, bazen giremiyoruz. Ama sık ziyaret edemediğimi de belirtmek istiyorum. Başka blogları artık okuyamıyorum. Sadece kendi bloğuma arada bakabiliyorum.

*Şu sıralar kitap okuyamıyorum.... YOK....
*Ders çalışıyorum. ALES'e. Uzaktan eğitim programları ülkemizde yaygınlaşınca ben de zaten okuyan biri olarak bari alanımdaki dersleri okuyayım, çalışayım ve uzmanlaşayım dedim..... VAR.....
*Hafta da en az birgün arkadaşlarımla voleybol oynuyorum.... VAR....
*Arada sinemaya gidiyoruz...VAR.....En son "Aşk Tesadüfleri Sever" e gittik. Film bize vasat geldi. Çok da beğendiğimi söyleyemiyeceğim.
*Arada tiyatroya gidiyoruz...VAR....En son "Benim Tatlı Meleğim" adlı oyunu izledik. Biz beğendik.Oldukça duygusal ve müzikal bir oyundu. Tavsiye edilir.
*Gezi planlarımız vardı, ancak bir tanesini iptal etmiş, daha sonraya ertelemiştik hava muhalefetinden dolayı...YOK...
*Hobi çalışmalarına hepten ara verildi zamansızlıktan ve yoğunluktan dolayı...YOK...
*Kızımın derslerinde daha önce eşim yardımcı oluyordu. Ama şu sıralar kızım benimle çalışmaktan keyif aldığı için, "anne sen çok güzel öğretmenlik yapıyorsun" dediği için etkinlikten çok öğretmencilik oynuyoruz...YOK..
*Bu ara ufak kızımızda kendi kendini idare ettiği ve kendi kendine keyifle oynadığı, boyamalar, resimler yaptığı için etkinlik yapamıyoruz...YOK...
*Arkadaşlar ile arada güzel anlar geçiriyoruz.....VAR....
*Kutlamalar yapıyoruz....VAR...

Şimdilik aklıma gelenler bunlar sevgili blog...Daha sonra hatırladıklarım olunca buraya ilave ederim belki onları da...Sağlık, esenlik ve güzel bir hafta diliyorum....

3 Mart 2011 Perşembe

Belki Bu Son Olur...

Aslında blog yazmaya zaman zaman ara vermek istediğimi belirtiyorum. Bazen oluyor, hiç yazasım gelmiyor. O an yazmak istesem de içimden gelmediğinden kelimeler de tükenmiş oluyor. Bazen de her şeyi unutuyorum ve yazma isteği doluyorum bir anda. Ama son yıllarda bu yazma isteği çok ender oluyor tabii. Bir de yazabilmem için gündem konuları veya geçerli konular olmalı. Kitap yorumları da bunlardan bir tanesi. Hem kendimde ileride okuduklarımı hatırlamak adına iyi oluyor aslında.Güncelleyeyim diye, laf olsun diye yazdığımda ise, yazdıklarımı laf kalabalığı görüyorum ve beğenmiyorum. Özel hayatımda ise etkinlik ve uğraş adına da pek çok şey yapsam da üzerinden zaman geçtiği için o andaki duygularla yazamayacağımı hissettiğim için onları da yazmak istemiyorum.Diyorum ya bazen hiç yazasım olmuyor. Yazmaya bol malzemem olsa da, işte o anlara denk geliyor. Bu arada bloğuma da ara vereceğimi, sınavlara çalışacağımı söylediğim halde bu sefer yazma istediğim perçinlenip tekrar yazmak istedim bir anda. Ders de çalışmaya gayret ediyorum fırsat buldukça...
Neyse, ben ara vermeyi düşünürken bu sefer mahkeme kararı kapatılacağını da öğrenmiş bulunduk. Tabii ki bu haksızlık. Orta da bir yanlışlık varsa bunu genele yansıtıp, herkesi yakmanın mantığını anlamıyorum zaten. Suçlu kimse ondan hesap sorulmalı. Burada herkes kendinden birçok şeyler paylaşıyor ve bu vesile ile birbirlerine faydalı oluyorlar. Buranın bana da çok şey kattığını, birçok el becerilerimin buradaki blog sahiplerinden gördüklerimle geliştirdiğime, hatta birçoğunu burada öğrendiğime inanıyorum. Üretken, paylaşımcı insanların sesini duyurduğu alanları kapatmak ne derece mantıklı.Nasıl izah edilir bu durum?..Üretmeyeceksin, paylaşmayacaksın, günlük tutmayacaksın herşeyi kendine saklayıp, zamanla sen de unutup gideceksin. Bu mu mantık. Neyse kapatılmasını haksızlık olarak görüyorum ve bende bloğuma dokunulmasını istemiyorum. BLOĞUMA DOKUNMAAAAAAA Olur mu?....

NOT: Kapanırsa bu son yazım olabilir. Bloğun teknik konularından pek anlamıyorum. Daha doğrusu hiç uğraşmadım.Şimdi de uğraşmak istemiyorum. Bloğumu başka bir alana da taşımak istemiyorum. Eğer tekrar yazma özgürlüğümüze kavuşursak, fırsat buldukça yine burada yazmaya devam ederim.Yok kavuşamazsak, bunca emeklere yazık diyerek veda edebilirim. İnşaallah geçici vedalar olur diyelim.Herkese herşeyin gönlünüzce olmasını ve sağlık, mutluluk, esenlikler diliyorum..

Ayşe KULİN ve Kitapları Hakkında...

Bu yazım biraz uzun olacak. Çünkü son yıllarda okuduğum Ayşe KULİN kitaplarından bu postumda bahsetmek istiyorum. Çok eski yıllardaki kitaplarından değil sadece 2010-2011 yılında okuduğum kitaplarından topluca bahsedeceğim burada. Aslında her bir kitabı ayrı güzel, ayrı bir tat. O kadar sürükleyici ve etkileyici ki elimizden bırakamayıp, adeta bağlanıyorsunuz.

İlk tanışmam; 1997 yılında evliliğimin ilk yıllarındaki yaz, Fethiye'de tatilimizi yaparken Adı Aylin'le olmuştu. Ben Ankara'dan bir süre uzaklaştığımda (bu tatil bile olsa) Ankara'ma büyük özlem duyan biri olarak, Ankara'yı anlatırken her bir yerini gözümde canlandırarak,yaşadığım şehre özlem duyarak okumuştum. Bugün olsun hala hafızama kazınmış, derin izler bırakmış bir kitaptır. Ayrıca Aylin'in zorlu hayatı ve trajetik ölümü de beni derinden etkilemişti. Daha sonraları Ankara'da kitapta geçen yerlerden bende geçtiğimde yanımda bulunan kişilere aaa! burası Adı Aylin'de okuduğum yerler diye heyecan duyarak başlardım anlatmaya. O dönemlerde okuduğum birçok kitapları bu kadar detaylı hatırlamam mesela.

Daha sonraları da Gece Sesleri, Füreya, Köprü aklimda kalanlar. Köprü'yü ise dizisi oynuyorken okumuştum. Birkaç bölümüne baktığımda hayal kırıklığına uğramıştım. İzlediğime pişman olmuştum. Gece Sesleri'de televizyonda dizi olarak yayınlandı ancak ben hiçbir bölümünü  izlemeye fırsat bulamadım çok istememe rağmen.

Neyse 2010-2011 yıllarında okuduğum kitaplarının içeriğinde, Ayşe KULİN'in atalarının ve kendi hayatı üzerinden Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerini ve o dönemde yaşananları, daha sonra Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ve gelişme dönemleri ile günümüz 80'li yıllardaki döneme kadar ki ülkemizin siyasi, kültürel, tarihi gelişimi, zorlukları, sıkıntılarını yansıtan eserlerine sırası ile yer vermeye çalışacağım.Tarihi konu ve yaşanmışlıklar içerdiği için çok severek, keyif alarak okuyorum ve bilgi sahibi olduğuma da inanıyorum o dönemlere dair.

Şimdi kısaca sıra ile bahsetmeye çalışacağım.
VEDA
Osmanlı İmparatorluğunun son günlerinde işgal altında bulunan İstanbul'da Osmanlı Sarayı maliye nazırı Ahmet Reşat Bey'in konağında geçen olayları ve ailesini anlatıyor Veda. O dönemde İstanbul işgalciler tarafından esir alınmış ve kimseye göz açtırmıyorlardı. Halk rahat hareket edemiyordu. Reşat Bey ise konağında yaşlı teyzesi, hanımı, kızları, evin bakımı ve çocuklarla ilgilenen uzaktan akrabaları Mehpare ve vatanı kurtarmak için milli direnişçilerle birlikte çalışan ve bu yüzden işgalciler tarafından aranan yeğeni Kemal ile yaşıyordu. Aslında Reşat Bey yeğeninin durumundan rahatsız olduğu halde teyzesinin hatırına sesini çıkaramıyordu. Ayrıca Kemal hasta ve bakıma muhtaçtı.Vatanı kurtarmak için kurulan milli teşkilatlara hasta yatağından yardım ediyordu.
Reşat Bey sarayda Maliye Nazırı olmakla padişaha en yakın kimse olmasına rağmen vatanın durumunun kötü olduğunu, ellerinden birşey gelmediğini, işgalcilerin küstah tavırlarından duyduğu rahatsızlıkları konaktaki ailesine anlatıyordu. Kemal'se dayısı hakkındaki olumsuz düşüncelerinin yersiz olduğunu ve vatan savunmasında dayısının da destek olabileceğini düşünüyordu.
İşgalciler her yeri basıyor, Osmanlı halkına kötü muameleler yapıyorlardı. İşler çığrından çıkmaya başlamıştı. İşgalciler aramadık ev, konak bırakmıyorlardı. Reşat Bey'in konağını da aramaları ihtimaline karşı alt sokakta bulunan komşuları Azra Hanım'ın evine Kemal'i ve Mehpare'yi yollamışlardı. Bu arada Mehpare Kemal'in bakımı ile yakından ilgileniyordu. Bu durum Kemal'le Mehpare'nin yakınlaşmasına da vesile olmuştu. Mehpare Kemal'e büyük tutku ile bağlanmış bu yüzden de Kemal'i Azra Hanım'ın evine yalnız bırakmamış kendisi de Kemal'le birlikte gitmişti. Azra Hanım'da milli direnişçilere gönülden bağlı ve bu duruşunu ve düşüncesini her zaman koruyan biri olarak Kemal Bey'i seve seve evinde konuk etmişti. Fakat bir süre sonra Azra Hanım'ın evi de işgalciler tarafından basıldığında, alt sokağa çıkan gizli bir geçitten kaçmayı başarmışlardı. Mehpare ise her daim Kemal'inden ayrılmamış yanında olmuştu.
Kemal kendini iyi hissetmeye başladığında dayısının karşısına çıkıp Mehpare ile evlenmek istediğini söylemişti. Bu arada Mehpare'de hamileydi. Mehpare ile evlendikten sonra Anadolu'da işgalcilere karşı direnen milli direnişçilerin yanında yer almak üzere konaktan ayrılmıştı.
İstanbul'da bütün bu olaylar olurken, Anadolu'da da bunlara direnen geçici bir hükümet ve ordu vardı. Bu düzenli orduyu kurma görevi de Mustafa Kemal'e verilmişti. Kemal'in Anadolu'ya geçtikten bir süre sonra öldüğü haberi gelmişti. Bu haberle Mehpare yıkılmış ve erken doğum yapmıştı.
Kemal Anadolu'ya geçtiğinde Azra Hanım'ın konağına da işgalci güçlerin el koyması ile Azra Hanım'da Anadolu'ya geçmiş ve orada Fransız bir subaya aşık olduğu halde vatanını işgale gelmiş bir insanla evlenme cesaretini gösteremeyip aşkını kalbine gömmüştü.
Bütün bu gelişmelerin ardından Anadolu'dan da güzel haberler gelmeye başlamış, Mustafa Kemal'in önderliğindeki ordu düşman askerlerini geri püskürtmeye başlamışlardı. Hal böyle olunca İstanbul'da son Osmanlı Padişahı Vahdettin'de ülkeyi terk etme eylemleri içindeydi.
Türk ordusu büyük zafer kazanmış ve ülkeyi düşman askerlerinden kurtarmıştı. Milli ordunun yanında olmayanlarda vatan haini ilan ediliyor ve idamları isteniyordu. Ahmet Reşat Bey'de vatan haini olmamasına rağmen milli orduya gizli yardımları olduğu halde vatan haini olma durumundan kurtulamıyor ve bu duruma katlanamıyordu. Ahmet Reşat Bey'de vatanı terketmesi gerektiğini ailesine anlattı. Daha sonra vatan haini olmadığı ispatlandığında geri dönmeyi planlıyordu. Bu durumu yakın dostu Doktor Mahir Bey'e de anlatıp ailesine göz kulak olmasını isteyecekti. Doktor Mahir Bey'de seve seve kabul etti. Ayrıca Reşat Bey'in büyük kızı Leman'a da aşık olduğu için bu durumu fırsat bilip kızları Leman'la evlenmek istediğini de belirtti. Ahmet Reşat Bey'de bu duruma sevindi. Böyle bir durumun daha isabetli olacağını düşündü. Acele düğün hazırlıkları yapıldı ve akşamına Mahir Bey'le kızını evlendirdikten sonra diğer kader arkadaşlarıyla birlikte İstanbul'dan ayrılacağı vapura binmek üzere sabah erkenden konaktan ayrıldı. Kendisini kimsenin uğurlamasına müsaade etmedi.
Ülkeden ayrıldıktan bir süre sonra evine mektup yazarak iyi olduğu haberlerini verdi. Konakta ise Leman'ın kızı Ayşe KULİN'in annesi Sitare doğmuştu.

Kitap burada bitiyor ve bundan sonrası Umut'ta anlatılıyor. Ülkenin işgal altında olduğu zorlu günleri ve bu süreçte kahraman Türk halkının çetin direnişleri ile ülkenin düşman işgalinden kurtuluşunu ve bu olaylar üzerinden Ayşe KULİN'in büyük büyük atalarınında geçirdiği zorlu günleri çok güzel sürükleyici bir şekilde anlatılması ile kendinizi olaylara kaptırarak keyifle ve hüzünle okuyorsunuz. Romanı oldukça kısa tutmaya çalıştım ama buna rağmen yine de uzun bir post olacağı için diğer romanlarını da başka postlarda anlatmaya çalışacağım. Aslında amacım  bu postun içinde hepsini anlatmaktı.
Bundan sonraki sırada UMUT var.....